"Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür."
Hz. Muhammed

1975 yılında Birleşmiş Milletler 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" ilan etti. Bu kapsamda yer alan Türkiye'de ilk kez yine 1975 de "Kadın Yılı Kongresi" düzenlendi. Sonrasında kurulan kadın dernekleri ile kadına dair birçok sosyal faaliyetler yapılmaya başlandı.
Birleşmiş milletlerin 8 Mart'ı dünya kadınlar gününü ilan ettiği tarihten bu yana belki birçok şey yapıldı fakat günümüze baktığımızda ise yapılanların hâlâ çok yetersiz olduğunun bilincindeyiz.

Islamdan önce ikinci sınıf insan olarak görülüp hatta diri diri gömülen kadın, İslamin kendisini taçlandırması ile hakkettiği değeri aldı ve kadın kendisini yaratanın yine kendisine verdiği değer ile onurlandırıldı. 
Kur-anı Kerim'in İlerleyen zamanla birlikte raflara kaldırılmasıyla Allah’ın kelamının bizim anlayabileceğimiz şekilden uzak bir dil ve davranışla bize yansıtılmaya başlandığı andan itibaren, insanoğlu anlayamadığı her gerçeği kendisinin belirlediği üslup ve davranış ile tamamladı. Bu  davranış sonucundan ise töreler doğdu ve beraberinde ışığın girmediği her yerde karanlık hâkim olmaya başladı. Kısacası Allah’ın kadına verdiği değer kul tarafından belirlenen töreler ile ondan geri alındı.. vee  kadının gözyaşı asırlar boyu hiç dinmedi.

Değersizlik duygusuyla toplumlarda tehdit edilen kadın kendi içinde ki var olan gücü ve ışığı zamanla kaybetmeye başladı. Oysa kendi ışığını kaybeden bir varlık başkasına ışık olamazdı.
Halbuki evrenin işleyiş biçimi kurulduğu günden bu yana hiç değişmedi en önemli denge ise almak/vermek idi. İnsanoğlu verdiğini almaya başladı.  Değersizleştirdiği en değerli varlığın ışığını söndürdükçe kendi karanlığını da belirlemeye başlamıştı.
Evren size asla yanlış bir şey vermez. Ne verirseniz onu alırsınız.

Kadının yıllardır kendisine dayatılan yanlışları zamanla bir inanç biçimi, gelenek/görenek olarak kabul görmesiyle toplumlar şekillenmeye başladı.
Toplumlar artık onlara gönderilen kitapların ışığında değil oluşturdukları karanlıklara kendilerini teslim ediyordu.
Hâlbuki bizim geçmişimiz Hz Meryem'in özgürlüğü ve Allah’ın onu bizzat koruduğu, yüzyıllar önce ticarete atılıp başarılı bir ticaret kadını olan Hz. Hatice ve bunlar gibi birçok Müslüman kadının hikayeleri ile doluydu.

Kadın gerçeklerden uzaklaşmanın en ağır bedelini ise,  Müslümanların kültürü ayıp ve günah, Hristiyanların ise ceza ile şekillenmeye başladığında ödemeye başladı. 
Yıllardır üzerine yapışan bu kalıntıları hâlâ söküp atamadı/atamıyor.

Allah’ın kadına verdiği değeri inadına görmezden gelerek, 'Cennet annelerin ayağı altındadır" deyiminin yerini  "Kızını dövmeyen dizini döver" deyimleri aldı.
Kadın "Namus" kelimesiyle alındığı kıskaçta, sadece yediği lokma, giydiği  elbise değil yüzünde ki bir tebessüm bile ona çok görülür oldu. Çünkü her yapmak istediği şeyin önüne namus kelimesi bir tehdit olarak konuldu ve içindeki huzur, mutluluk yerini endişe ve ürkütücü bir korkuya teslim etti.  Ardı arkası bitmeyen Namus cinayetleriyle ise bu durum yıllar boyu, hatta günümüze kadar devam etmekte.

Nitekim bu süreç beraberinde kadının kendisine biçilen bu rolü hiç farkında olmadan oynamaya başlamasıyla nihayet buldu ve o rolün içeresinde yeni oyuncular yerini aldı.
Anneler rollerini kendi kız ve erkek evlatlarına bir miras gibi bıraktı.
İşte bizim temelde ki en büyük sıkıntımız bu! Yanlış ile yanlışı düzeltmek..

"Bir milletin en büyük düşmanı cehalettir" sözünü sözde bırakmadık, kadını yaftalamaya çalıştığımız cahilce namus etiketleri ile gerçekleştirdik.
Nefsine bu denli teslim olan ruhlar kadının bir kadından ibaret değil ayni zamanda, anne, eğitmen, içinde bulunduğu toplumu şekillendiren bir değer, kısacası her şey olduğunu maalesef unutuverdi.

Sizce bu harç ile yoğrulmuş toplumlardan bir şey beklemek mümkün müdür?

Hala devam etmekte olan bu cehaletin var olduğunu gelin cevabini bir türlü alamadığımız sorularla netleştirelim.

Ülkelerde ki kadın cinayetleri bitti mi?
Dünyanın hangi ülkesinde kadınlar için tam anlamı ile eşitlik sağlandı?
Bizim seçtiğimiz hükümetler bizi yeterince koruyabildi mi?
Toplumlarda (siyasette, is dünyasında, vs.) kadına yeterince yer açıldı mı?
Sizce gerçekten uyduruk sözleşmeler bizi korumak için mi, toplumun ahlâk yapısını daha da bozmak için mi tasarlandı?
Kadının değerini bir sözleşme sığdırmaya çalışarak mı ona hakkettiği sözde değeri verecekler? Bunu hangi akıl kabul eder?
Dünyada tam anlamıyla eşit haklara sahip örnek bir ülkenin olmayışı insanlığın en büyük ayıbı değil midir ?

Hepsine kocaman hayır dediğinizi hissediyorum! Ve Hâklisiniz! Hâkliyiz!

Şimdi tüm hemcinslerime en samimi duygularımla sesleniyorum;

Bu güne kadar hep hakkettiğimiz değer bize verilsin diye bekledik. Değişen bir şey oldu mu ? Demek ki yanlış yol izlemişiz. Yapacağımız tek şey hakkettiğimiz değeri başkalarından değil bizim kendimize vermeye başlayarak bir dönüşüm gerçekleştirmemiz. Biz önce kendi değerimizi kendimiz belirleyeceğiz. Hayatimizin merkezine kendimizi alarak buna start vereceğiz. Bu size kendinize verdiğiniz değer ile etrafınızdaki insanların size vereceği değerin dengesini belirletecek.
Artık uydurma yanlış öğretiler ile devam edemeyiz.
Birilerinin bizim için belirlediği tabuları evrenin yardımı ile yine biz yıkacağız.

Unutmayın ki, yeryüzü sadece kendisi kadar hassas olan kadına itaat eder. Sadece bizim ona emrederek enerjisini bilinçli bir şekilde içimize çekmemizi ve bu farkındalıkla bizimle var olmayı beklemektedir.

Çünkü kadın yaratım itibari ile sadece kendi kodunu değil hem erkeğin hem de evrende yaratılan her şeyin kodunu taşımaktadır. İşte bu yüzden sadece yaratım gücüne sahip olmayıp evrende yaratılmış her şey ile uyum içindedir ve gücünü sevgisiyle beslediği evrenden alır.

Böylesine mükemmel  donanıma sahip son yaratım olan kadına yeryüzü şöyle seslenir; haydi kalk gel birlikte var olalım, çünkü beni sadece sen koruyabilirsin!
Kadın sadece kendini değil tüm evreni koruyabilme gücüne ve sevgisine sahiptir.

Bunu ise kendini keşfeden, kendi yaratımının farkında olan ve hakkettiği değeri kendisine verebilen kadın başarabilir. 
Her kadında ise bu potansiyel mevcuttur!

Bu yıl 8 Mart kendi değerimizi belirlediğimiz bir dönemin başlangıcı olsun!

Şuna inanmak gerekir ki dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir"
M. Kemal Atatürk


Sevgilerimle,
Saadet Koral