Bugün bilimsel anlatımlarla ahkâm kesmek istemiyorum. Biz bize sohbet edelim istedim. Şu yaralanma halimizi, öncesini ve sonrasını konuşalım istiyorum. 

“Travma” kelimesi sıklıkla duyulan bir kelime haline geldi. Çok uzun zamandır travmaya bağlı yaşam kalitesini düşürmüş, özgüvenini kaybetmiş, asosyal hale gelmiş ve yeniden yaşama dönmek isteyen danışanlarımı incelemeye başladım. Travma konusunda yaptığım araştırmalar sırasında Dr. Gabor Mate’nin bir röportajını izledim. “Travma Yunanca ‘Yaralanma’ demektir,” cümlesi zihnimde döndü durdu. Evet, sadece bu tanımıyla bile ele alınıp sayfalarca hakkında yazılabilir bir konu. 

Bugün bilimsel anlatımlarla ahkâm kesmek istemiyorum. Biz bize sohbet edelim istedim. Şu yaralanma halimizi, öncesini ve sonrasını konuşalım istiyorum. 

Yaralanma olarak ele alacağım bir anlatıma başlamadan önce, “Doğumumdan bugüne kadar kaç kez kendimi yaralanmış gibi hissettim?” sorusunu kendime sordum. Dostum, sen de şimdi arkana yaslan ve bu yazıyı okumayı birkaç dakikalığına bırak. Sevdiğin bir içecekten birkaç yudum al ve düşün. Düşüncelerini serbest bırak. Yaralarını reddetme, kaçma ve gerçekten hisset. Bırak acıtsın yeniden. Listeni yarat. Neler var, düşün.

“Hiçbir travmam yok, çok şükür,” diyorsun ya, sana birkaç tematik başlık yazayım. Haksızlık, ihanet, önemsenmeme hissi; kıskançlık, değersizleştirilme, eksik veya yalnız hissetmek. Çok istediğin ve çokça çaba gösterdiğin halde elde edemediğin birkaç şey, kendini istemeden yapmış olduğuna inandırdığın bir incitme öyküsü. Kimin kalbini kırmış olabilirsin? Kimin travmasının nedeni olmuş olabilirsin? Bu soruları düşün yeter. Fazla da üzerine gelmek istemem. Biliyor musun, “Benim travmalarımdan bahsediyorduk, ne oldu da şimdi başkası için travma yaratıp yaratmadığımla ilgileniliyor?” Gibi aklında bir sorun varsa; eğer sen böyle bir duruma sebep olduğunu hatırlıyorsan üzgünüm ama bu da bir çeşit sana ait travma yaratmış diyebiliriz. 

Benim liste kabarık çıktı. Sizinki ne durumda bilmiyorum ama bu listeyi temizleyip toparlamak için bir şeyler yapmamız gerektiğini biliyorum. Yaşam kalitemizi yükseltmek için farkında olmadan kendimize defo yarattığımız durumlarımızı silmemiz, daha fazla mutlu olmamızı sağlar.

Bu travma, tam olarak nedir, bir bakalım.  Yaşadığımız psikolojik sıkıntıların köküdür. Son zamanlarda öğrendiğimiz popüler bilgilere göre (kadim bilgilere göre de demek, doğru olur) atalarımızdan gelen kök defolarda diyebiliriz. 

Darbe aldığımız, yaralandığımızı hissettiğimiz, tanımlayamadığımız, beklemediğimiz zamanda hayatımızda karşılaşıp ne yapacağımızı bilemediğimiz; çaresizlik hissedip zihnimize kazınmasına engel olamadığımız olayların etkileri diyebiliriz. 

Aşı izi gibi acımayan ama yaşandığını unutturmayan izler de yaratabilir, ameliyat yarası gibi ya da uzuv kaybı gibi kalıcı izler de oluşturabilir bu yaralanmalar. 

Psikolojik travma, beklemediğimiz bir olayın sınırlarımızı zorlamasına bir şekilde maruz kalmamız sonucu oluşur. Bu olaylar; doğal afetler, trafik kazası, yangın, savaşlar, tacize uğrama ve son dönemde bütün dünyanın aynı anda yaşadığı covid19 gibi salgınlardır. Bu tür yönetilemeyen olaylar, olayı yaşayan insanlar tarafından fiziksel bütünlüğünü tehdit eder şekilde algılanır ve dehşet, çaresizlik, korku gibi yoğun duygulara yol açar. Ölüm korkusu da bunların en önemlisidir. Yaşanan olayla insanın bu duruma karşılık verdiği tepkiyi birbirinden ayırmak, psikolojik travma tanımını daha anlaşılır hale getirecektir elbette.

Bizi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkilere de ruhsal travmalar diyoruz. 

Her travmatik olayın etkisi, kişilerin bireysel tolerans yeteneğine göre anlamlanır. Yani birine göre travmatik olduğu düşünülen bir durum, başka birine göre sıradan gelebilir. 

Travmatik durumlara karşı tepkiler de kişisel tepkilerdir. Elbette, psikolojik araştırmalar sonucunda belli başlı travma olayları listelenmiş ve karşıt reaksiyonlar da genelleme şeklinde belirlenmiştir ama bireysel tepkiler verildiği de unutulmamalıdır. 

İşimize gelenler ve gelmeyenler nasıl bizim için iyi ve kötü tanımları yaratıyorsa, göğüsleyebildiğimiz olaylar ve başa çıkamadığımız durumlarda, travma tanımlarımızı oluşturuyor. Kişiden kişiye etkileri farklı demiştim. Travmalar ne gibi psikolojik rahatsızlıklar yaratıyor bir bakalım.

Çeşitli psikiyatrik belirti ve hastalıklara yol açabilir. Akut stres, travmatik yas, depresyon; alkol ya da madde bağımlılıkları, anksiyete ve duygu durum bozuklukları, psikotik bozukluklar gibi hastalıklar, travmadan sonra ortaya çıkabilir.

Travma sonrası kişilerde oluşan tepkileri sınıflandırmak gerekirse; kimileri yaşanan olayı gerek kabuslarıyla, gerek sürekli dile getirme yöntemiyle, olayı hatırlatan mekân ve insanlarla bir arada bulunmayı sürdürerek “Yeniden Yaşama” tepkisi içinde hapsolarak yaşıyor.

Kimileri; olayı hatırlatan yer, durum, konuşma, hatta duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır. Olayı hatırlamak büyük bir sıkıntı, acı ve korku hissine yol açtığı için kişi olayı hatırlatan yerlere gitmez; bu konulardan bahsetmez veya konuşulan yerlerden uzak durur. “Kaçınma, kaçma” tepkisi ile yaşar.

Diğerlerinden daha fazla zarar görmüş olanlar ise; 
uykuya dalmada ya da uykuyu sürdürmede güçlük çeker. Çabuk sinirlenme ve öfke patlamaları yaşar. Kendini sürekli tetikte hissetme dışında yaşama yeniden yoğunlaşma ve dikkat toplama güçlüğü yaşar. 

Bana göre en tehlikeli grupta olanlar; yaşanan olayı reddetme psikolojisinde olanlardır. İlginç gelmiş olabilir bu tanımlamam ama çokça örneğini gördüm. Yani gerçekten büyük bir travma yaşamıştır. Kavga, şiddete maruz kalma, taciz, deprem gibi doğal afetler sonrası kayıplar, yakınlarını kaybetme gibi durumların ardından kısa sürede aniden hiçbir şey olmamış gibi yaşamın içine dalanlar var ya; işte en zor durumda olanlar aslında onlardır. “Vay be! Helal olsun! Ne çabuk atlattı! Sanki hiç bunları yaşamamış gibi görünüyor. Biz olsak kendimize gelemezdik,” cümleleriyle andığınız birileri varsa yakınlarınızda, onları fazla yalnız bırakamayın ama konuları tekrar etmesini sağlamayın diyebilirim. Tabii ki bu görüşüm sadece yakın zamanda yaşanan travmalara karşı hiç olmamış, yaşanmamış gibi tavırda yaşamlarını sürdürenler için geçerli. 

İnsan yaşadığı kötü ya da iyi olayları hedonik adaptasyon sürecini tamamlayınca normalleştirir. Şöyle düşünün; bir yakınınızı kaybettiniz diyelim, yas yıllar boyu ilk gün kederi derecesinde hissedilmez ama aynı anda olay unutulmamıştır. Aşk da, böyle bir geleceğe mahkûmdur. Sağlıklı insan, tanrının hediyesi bu normalleştirme sürecini olması gerektiği gibi yaşar ama psikolojik defo ya da yara aldığında ağrı eşiği gibi keder eşiği direnç gösterecek düzeyde olmayanlar, psikolojik sağlığını bozar. Travmalara tepki, parmak izi gibi özneldir. 

Kimi vurulur, fiziksel yaralanır bu onun için travmadır, kimi de istediği kazağı alamadığı için yaralanır.

Milyonlarca tedavi yöntemi var, biliyorsunuz ahkâm kesmek istemiyorum. Psikologlar psikiyatristler ve şimdilerde popülerleşen aile dizimi uzmanlarını artık biliyorsunuz. Çok çeşitli yöntemler var. Hepsi denenmeli, evet. Denemediğimiz tek şey ne biliyor musunuz? İşin içinden çıkamadığımız durumlarda başkalarına sormak yerine kendi özbenliğimize danışmak.

Yazının başında size arkanıza yaslanın ve düşünün diyerek başladığım paragrafı yeniden okuyun lütfen.  Ben yaşadıklarım, yaşamaya devam ettiklerim ve yaşama ihtimalim olan her şeyi listeledim. Zannetmekten ve zihinsel senaryolardan vazgeçtim. “Ben O’yum” kitabında okuduğum bir cümleyi hayatıma düstur edindim. Kitapta Sri Nisargadatta Mahraj “Ne olmadığını bulursan, ne olduğun ortaya çıkar,” diyordu. Bu cümleyle tanıştığım günden itibaren tam olarak şu inanıştayım. Ne başkasına ait benimle ilgili övgüler, ne de yargılar bana ait. Ben bana aitim ve kendimi biliyorum. Bana kimse beni anlatmasın yani, diyorum. 

Kimseyi de övgüler ve yargılar tavırda olmuyorum. Bütüncül bir şekilde anlamaya çalışırken duygudaşlık yeteneğimi geliştiriyorum. 

Kendimin kullanma kılavuzunu da ben yazdım, ben biliyorum. Başkasının anlamasını da beklemiyorum. Eğer gerçekten istersem, benim dışımdaki insanların işine yarayacağı kadar sahip olduklarımı maddi ya da manevi olarak kullanmasına izin veriyorum.

İnanışım buyken ve insanların her birinin travma anlayışı ve tepkileri birbirinden farklıyken kimseye ahkâm kesmiyorum; yargılamıyorum ve akıl verme çabasında olmuyorum. Bana ihtiyaç duyduğu ölçüde insanlar için en iyi yaptığım şey, dinlenmek isteyen birini dinlemek. Anlaşılmak isteyen birini anlama çabasında olmak. 

Kimseyle “Bence,” kelimesi ile başlayan cümlelerle dolu konuşmalar yapmıyorum. Kişiler yaşadığı olayları anlatırken olayı kendimce değerlendirmek yerine “Sana ne hissettirdi, sen ne düşünüyorsun, sence senin için en iyisi ne, daha ne olsa mutlu olacaksın?” sorularıyla diyalog yaşamayı tercih ediyorum. Duygudaş olmak, insan kalmamı sağlıyor. 

Uzmanlar elbette kuramlara uygun yöntemlerle analizler, teşhisler yapar. Ben de öyle. Tedavisi ve olması gereken yaklaşımı neyse ona göre davranırlar. Ben de öyle. 

Daha önce söylediğim gibi teşhis ve tedaviler genelleme yapılmadan değerlendirilirse aslında daha etkili olur. Uzmanlar işini yaparken aynı zamanda karşısında çaresizce görüşüne, bilgisine ihtiyacı olan kişinin insan olduğunu unutmamalı. Empatik bir yaklaşımla daha hızlı çözüm alınabilir kanaatimce.  

Etrafınızda yaşadıklarına karşılık ne yapacağını bilmez tutumda çaresizce gözlerinizin içine bakan biri varsa ya da aynadaki yansımanızda gözlerinizin çaresizliğini fark ettiyseniz lütfen her şeyi bırakıp duygudaşlık yeteneğinizin dozunu yükseltin. 

Dünyanın kabul etmesi zor güçlükleri ve mücadelesi içinden yalnızca ruhsal, bilişsel destekle çıkabilir ve birlikte yaşamdan zevk almayı başarabiliriz. 

He bir de lütfen emin olmadığınız duyguları uluorta varmış gibi saçıp bu duyguların sahteliğine maruz kalan insanların yaşamlarına defo yaratmayın. Bir sonraki yazıda buluşasıya kadar, empatisi ve mutlu anıları bol günler yaşamanızı diliyorum.