Dönemin T.C. Lahey Büyükelçisi Selahattin Alpar ile deyim yerinde ise oldukça takıştık. O zamanlar Türkiye Gazetesi Avrupa baskılarında köşe yazıyordum. Bir-iki kez Türkiye’den heyet gelmiş ve biz davet edilmemiştik. Sebebini sorduğumda, “ Burası benim, evime kimi davet edip etmeyeceğime ben karar veririm” sözleri kalemimi azdırmaya yetmişti.
‘Kançılarya Tontonu, Kançılarya elçiye mülk değildir, Sen benim Büyükelçim değilsin’ başlıkları ile üç yazı yazdım, duyumlarıma göre küplere binmişti...

Baktı ki olacak gibi değil, bir gün huzura davet edildim ve gittim. Odasında bir saate yakın süre görüşmemizde şu an T.C. Nijerya Büyülelçimiz olan Hakan Çakıl da vardı.
Konuşmamız başlar başlamaz da gazetecilerin kullandığı türden ses kayıt cihazını çalıştırdı.
Başladı benim gazeteciliğimi, yazdığım gazeteyi küçümsemeye, elinin altında bir gazete vardı. Dedimki, elinizin altındaki gazetenin yazarı nasıl benim Cumhurbaşkanıma, ‘Sen benim Cumhurbaşkanım değilsin’ diyebiliyorsa; ben de size aynı hak ve özgürlükle ‘ Siz benim Büyükelçim değisiniz” diyorum ve yazdım, kollarını pergel gibi açtı, ellerini masaya koydu, ayağa kalmak istedi hırsından, ama göbeği mani oldu kalkamadı...
Derken makam telefonu çaldı, “ Tamam efendim, çağırdım geldi; şu an kendisi ile konuşuyoruz” dedi.
‘çağırdım geldi’ kelimelerinin ağzından çıkması ile birlikte telefondaki kişinin duyacağı bir şekilde, en yüksek perdeden, ‘Hayır davet ettiniz, çağırsanız gelmezdim. Lütfen kelimeleri düzgün seçelim sayın büyükelçi” dedim.
Telefondaki kimdi bilmiyorum, ama telefonu kapattıktan sonra bana karşı konuşmasındaki sert tutum gitti, daha munis, daha babacan bir havaya büründü.
Ardından UETD Hollanda Başkanı olan Veyis Güngör ile telefonlaştı. Telefon konuşmaları bitince bana dönerek; “ Valla Yavuz bey, senin yazılarından sonra burda bir çok insan beni aradı, ‘ Efendim isterseniz bu haddini bilmeze biz haddini bildirelim’, dediler” dedi...

Kan beynime çıktı, ama üslubumu ve saygımı bozmadan; Sayın elçi bu resmen bana bir tehdit, dedim.
“Yok, aman ha; yanlış anladın vs vs, diyerek toplamaya çalıştı.
Konuyu fazla uzatmadım, konuşmamız seyir değiştirdi, işinin zorluklarını anlattı ve şunu söyledi: “ İnanın Hollanda’da benden daha büyük elçiler var” dedi. Nasıl yani, dercesine yüzüne bakınca, ‘Ben bile Türkiye’den gelen bazı heyetleri son anda ve Amsterdam’daki bazı kişilerden öğreniyorum” diye devam etti.

Anladığım kadarı ile Hollanda’da bazı STK temsilcilerinin Ankara ile araları öyle iyiymişki, Büyükelçiden önce onlara malumat verilip, malumat alınıyormuş...

Şimdi, bu tozlu raflar arasındaki anıyı yazmak nereden çıktı, denebilir.
Hani, Profesör Erik Jan Zürcher T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından kendisine verilen Üstün Hizmet Ödülünü /Madalyası’nı geri vereceğini açıklamışya, işte ordan çıktı.

İnsan düşünmeden edemiyor, bu şahısa üstün hizmet madalyasının verilmesini hangi büyükelçiden daha büyükelçi olanlar Ankara’ya tavsiye etti acaba?

Bay Zürcher’e bu madalyanın verilmesi nedeniyle onuruna bir resepsiyon verilmişti sefaretimiz de…
O resepsiyona katıldım, kendisini ilk ve son kez şahsen orda gördüm . Eşi ve çocuğu ile gelmişti.
Kendi onuruna verilen bir resepisyona, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği’ne gelirken giydiği kıyafeti görür görmez “ Bu adam ne verilen ödülü, ne de benim ülkemi ciddiye almıyor, dedim.
‘Sende her şeye muhalifsin yani’, diyerek lafımı ağzıma tıkmaya kalkanlar oldu.
‘Adam ne kadar kibirden uzak, sade, doğal bakar mısın’, dediler.
Sırtında markasız bir T- Shirt; bacağında bir kot pantolon, oradaki davetlilerle değil yanında getirdiği 5-6 yaşlarındaki çocuğu ile ilgileniyordu bay Zürcher…
Hatta bir ara madalyasını oğluna verdi, baksın diye…

Haberini yapmadım, köşemde de yazmadım.
Resepisyonların olmazsa olmazı malum kişiler etrafında pervane oldular, o bazen kendisini kutlayanların yüzüne bakarak, bazen de bakmadan kerhen elini uzatarak uzanan elleri sıkmakla yetindi.
Nelson Mandela aynı ödülü almadan reddetmişti, keşke bu da reddetseydi, sanki zorla vermişler gibi, dedim…

Sanıyorum üstün hizmet madalyası tek başına sıkılmasın diye yanında da 50 bin dolar verilmişti.
Bay Zürcher, Türkoloğ olduğu için bilir, bizim dilimizde İbrahimlere İbo, Hüseyinlere Hüso, Cemillere Cemo denir kısaca, ben de bundan sonra kendisine ZÜHO diyeceğim artık.

Züho’nun aldığı madalayayı geri verme işine gelince, kendisi bilir, ama 50 bini de geri verecek mi?
Hollandalılar parayı sever, 50 bini geri verecekse bunun daha fazlasını mı aldı bir yerden acaba; bir taşla iki kuş yani…

Züho bu geri verme ile hem gündeme gelcek, ( Ebru kadar olmadı ama olsun ) hem reklamı olacak, hem de daha fazla para alacak olmaz mı?

Her ne olursa olsun, Züho’ya suçlu diyemem, fazla eleştiremem çünkü Züho, ‘Bana üstün hizmet madalyası verin’ diye başvuru yapmamıştır herhalde. Asıl eleştirilecek olanlar, Züho’yu Ankara’ya tavsiye edenlerdir.
Bunlar kim veya kimlerse bu rezaletin sorumlusu da o dallamalardır.

Yarım asırdır Hollanda’da yaşayan Türk STK’cılığının temel taşlarından biri olan İbrahim Görmez ağabeyimize göre Züho’ya üstün hizmet madalyası verilmesini sağlayan M.Emin Ateş ve Erdinç Türkçan’dan başkası değil.
Doğrudur ya a değildir demeden önce akla şu soru geliyor: Eğer bu iki isim doğru ise bunlar Hollanda’da kendilerine yakın birilerine sormadan, istişare etmeden böyle bir tavsiyede bulunamazlar. En az iki kişi daha olması gerekir.
Cevap hakkı doğduğu için Türkcan ve Ateş’ten gelcek her türlü cevabı burada yayınlamaya söz veriken, benim aklımda iki isim geliyor ama bilgi- belge olmadan yazamak olmaz.
Bekleyelim bakalım, kim üstüne alınacak ya da Türkcan ile Ateş, ne diyecekler…

Not: Selhettin Alpar büyükelçim Türkiye’ye dönünce sanırım makul ve mantıklı düşünmüş; vicdanının sesini dinlemiş olmalı ki yukarıda anlattığım olayda bana hak vermiş. Zaman zaman Sabah Mardan ve Muhlis Ayboğan abilerle selamını yollar…
Aleyküm Selam, Sayın büyükelçim, emekli oldunuz sanıyorum, sağlıklı ve huzurlu yıllar dilerim. Gördünüz mü, ne mahkeme kadıya, ne kaçılarya büyük elçiye mülk olmuyormuş. Size ve haksız olduklarını bile bile beni yazı yadığım, proğram yaptığım basın yayın kuruluşlarının patronuna şikayer eden, olmadık yalanlar söyleyenlere hakkım helal olmasın…

Yavuz Nufel