Geçtiğimiz günlerde, Hollanda medyasında bir haber yer aldı. Aynı haberi sonhaber.nl sitesinden de okuduk. Haber, bazı ev doktorlarının yaşlıları arayarak; virüse yakalanmaları halinde, solunum cihazına bağlanmayı isteyip istemediğini sorduğunu duyuruyordu. Haberin devamında, yaşlılara solunum cihazına bağlanmayı istemezlerse, bu sayede gençleri kurtarabilecekleri söylendiği yer alıyordu...

Gençler yeniliği, dinamizmi, enerjiyi, geleceği temsil eder. Onların üzerine titrer, en iyi şartlarda yetişmeleri için çabalarız. Yaşlılarımız ise hafızamızdır, tecrübemizdir, sağduyumuzdur. Doğru kullanılmayan enerji, boşa giden enerjidir. Enerjimizi doğru harcamak için mürcaat ettiğimiz bilgelik, büyüklerimizdir. Doğuşumuzdan itibaren içinde olduğumuz en güzel anılarımızı da, onlar biriktirir. 

Corona salgınına hazırlıksız yakalanan dünya, anılarımızı, tecrülelerimizi kısaca tüm birikimimizi kitleler halinde kaybediyor. Hollanda'da bütün ülkeler gibi gücü oranında, salgınla mücadele ediyor.  Devlet, ekonomik destek paketini gecikmeden devreye soktu. Salgını kontrol altına almak için, uyulması gereken genel kuralları duyurarak, vatandaşın uymasını istedi. Bir kaç aksi örnek görülse de, kurallara genelde uyuluyor. Dükkanlar kapalı, sokaklar sessiz. İnsanlar bir birine mesafeli...

Sosyal yaşamda, büyüklerimizle içli dışlı yaşarız. Onlar, özel günlerimizin ve bayramlarımızın da olmazsa olmazıdır. Aynı evde yaşamasak bile, günlük bir uğrayanı vardır bizim büyüklerimizin. Uğramasak bile en azından telefonla arar  (aç mı, tok mu, uyudu mu, hasta mı, bir ihtiyacı var mı diye)  sorarız. Ya Hollandalılar? Avrupa kültüründe; 18 yaşını dolduran çocuk, evden ayrılır. Doğal sonuç olarak Avrupalılar, yaşlılıklarını yanlız yaşarlar. Aylarca kapısı çalınmayan yaşlılar var bu ülkede. Ömürlerinin son demini yalnız yaşarlar...

Corona virüsü, henüz herkese bulaşmadı. Ama korkusu, herkese yapıştı. Virüsün hedef aldığı yaşlılar da kurallara uyarak, evlerine kapandı. Evlerinde yalnız, yapayalnız kaldılar. Sokaklardaki ölüm sessizliği, yaşlıların kapılarından, pencerelerinden içeri girmek için fırsat kolluyor. Kapıyı çalacak çocukları, akrabaları, komşuları yoksa, başka da kimse yok. Belki de yaşlıların bir kısmı evlerinde, sessizce ölümü beklemekte. En başta işaret ettiğim haberi düşünce;  Devlet, sanki durumun farkında. Çünkü onlar da bekleyerek, bu sessiz ölüme olur vermekte. Virüsün hedefindeki yaşlılara gidilip, kapıları çalınmazsa, ihtiyaçları ve sağlık durumları kontrol edilmezse korkarım ki pek yakında evlerden ölümler toplayacağız. Bu gidişle kimi virüsten ölecek, kimi yalnızlıktan...

Peki ya biz.

Bir çok örnek var. Ama ben birini anlatayım. Rotterdam'da yaşayan Cihan Taş'ı, Hollanda'ya geldiğim günden beri tanırım. Genel çağrıya uyarak işyerini kapattı ve hayatına evinde devam ediyor. Bu izalasyon günlerimizde, sık sık konuşuyoruz. İlk ölümlerin çok uzaklardan, gelmesinin ardından yakına geleceğinin, belki sokağa gireceğinin farkında. kendisi, sosyal sorumluluk bilinci, her daim yüksek olan bir arkadaşım. Bu kabus karşısında, ne yapabileceğini düşünmüş. Fırsat buldukça yaşlıların kapılarını çalıp, hal hatır soruyor. Bir ihtiyaçları varsa, gidip onlar için alıp geliyor. Yoksa, onları yoklamış oluyor. Aynı Türkiye'deki gibi. Telefonla arayarak, kimlere yardım etttiğini sordum. "İhitiyacı olanlara" dedi. Dil, din, ırk ayrımı yapmadığını söyledi. "İyiki varsın" dedim, kapattım. Daha ne desin!

Yazımın başına dönersek; doktorların o soruları sormaları, belki bilimsellik içeriyor. Belki kendi içinde mantıklı kılan kültürel, sosyolojik sebepler var . Ama biz öyle bir milletiz ki; aklımızdan önce yğreğimizi dinleriz. Öyle ki; uçaklarda ne kadar anlatılırsa anlatılsın, maskeyi kendimizden önce yanımızdaki çocuğa veya yaşlıya takarız. 

Not: SonHaber'den Ömer Aşıran ile atacağımız bir dizi adımın ilki olarak, 1 Nisan tarihinde yazmaya başlamam konusunda, ocak ayında anlaşmıştık. Başlarken, kendimden ve son yıllarda yaşananlardan bahsedecektim. Yaşadığımız bu olağan üstü dönemden dolayı, yazacaklarımı bir süre erteledim.