Ebru Umar.
Kim demeye gerk yok, herkes biliyor değil mi?
Hollanda,’da, Türkiye’de adını duymayan kalmadı.
Benim tanıdığımda okulunu yeni bitirmiş, Rotterdam’da bir gökdelende bulunan bir sigorta şirketinde çalışıyordu.
Kendisini ziyaret etmiş ve o devasa gökdelenin en üst katlarında, en üst düzeyde bir Türk kızının çalıştığını görmekten ne kadar mutlu olduğumu söylemiştim.

O da benim sözlerimden mutlu olmuştu.
Daha sonra dünyalar iyisi babası ve annesi ile tanıştım.
Onlar da öyle dünyalar iyisi, iyi meslekleri olan ( Baba patalog anne göz doktoru ) Rotterdam’ın en güzide semtlerinde oturan, hem Holllanda’ya he Türkiye’ye sevdalı iki bulunmaz insan…
Ebru’nun anne ve babası ile Abi-Kardeş olduk. Hatta Halit ağabey ile Kübra ablam beni ailenin bir ferdi olarak kabul ettiler.
Bende onları aynı şekilde.
Bugüne kadar aramızda en küçük bir kırgınlık geçmedi.
Hiç bir konuda fiklir ayrılığına da düşmedik.
Bu yazıdan sonra ne olur bilemem….
Halit ağabey gezmeyi, müzik dinlemeyi sever, edebiyat tutkunudur. Hatta benim 40. Yıl, 40 İnsan 40 Öykü kitabımı da tashih etmiş, içindeki öykülerden birisi de onun öyküsüdür.
Kübra abla has keza; renk, dil, din ayırt etmeden insan sevgisini, vatan, millet, Atatürk, Türkiye sevgisi tartışılmaz. Bu sevgileri ve daha çoğunu hiç beklentisiz yüreğinde taşıyan dünyada iki insan göster deseniz ben Halit ağabey ile Kübra ablayı gösteririrm.
Malum son yıllarda Atatürk düşmanı kadar Atatürk hakkında ilk okul bilgisi bile olmadığı halde yakasına rozet takıp muhalefet yapmak adına Atatürk adını kullananların da hayli fazla olduğu dönemler yaşıyoruz.
Her ne ise, gelelim Ebru Umar kardeşimize.
Gerek Hollanda gerekse Türk basınında yapılan haberlerin altına yapılan yorumların nerdeyse tamamını okudum.
Yorum adı altında yapılan tüm hakaret ve küfürler sahiplerine aittir.
Kimsenin kimseye küfür etme hakkı yoktur, olamaz da; var ise cirmim kadar karşısında beni bulur.
Hatta hakaretler arasında sadece Ebru Umar’a değil anne ve babasına olanlar beni derinden üzdü, özellikle sosyal medyada.
Ayıptır, günahtır, yapmayın…

Ulan bize Ebru’yu mu savunuyorsun, diyenler olacaktır, olsun ama sonuna kadar okuyun lütfen.
Kitabın orta yerinde yazacağım demiştim.
Tabi kitabın orta yerinden yazmak / konuşmak ne demek bilmek lazım.
Yok öyle ne şiş yansın ne kebap; o başka bir şey.

Sevgili Ebru,
Giriş zaten uzun oldu daha da uzatmadan sana diyeceklerime başlayayım.
İster nasihat de ister mektup isterse hadi len ordan de sen bilirsin…
Sen sigortacılık yaparken ben bu meslekte en az 20 seneliktim.
Ne zaman gazeteci oldun bilmiyorum.
Bak ben sıcağı sıcağına yazmadım. Bekledim sular durulsun istedim. Bu meslekte eğer bir büyüğün olduğumu düşünüyorsan çok işine yarayacak bu yazı, yok kim takar seni lan sen de kimsin, ben koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına kafa tutmuş, eleştirmiş, hakaret etmiş biriyim dersen, tüm yanlışlarının üstüne bu yazı kapak olsun o zaman.
Anlaştık mı?

Bana seni neye benzettiğimi sorsalar “ Midye”ye derim.
İçindeki inci tanesini görebilmek lazım.
Al şimdi de seni sevmeyenler “çüş” dedi bile, şair kulağımla duydum.
Olsun, sen bir midyesin çünkü, içindeki inci tanesini gösteremeyen.
Bu kanıya nerden vardım, ailenden dolayı elbette, armut dibine düşer; elma ağacında muşmula yetişmez çünkü.
Bak, bir haberde Türkiye vatandaşlığını anne ve baban istediği için koruduğunu söylemişsin; ne güzel.
Şimdi ayrılıyormuşsun vatandaşlıktan ne güzel, bu durum ne senin kazancın ne Türkiye’nin kaybıdır.
Sen bilirsin…
Lakin seni Hollanda, Türkiye ve hatta dünya gündemine düşüren konu hakkında haklı değilsin.
Bir insanı bir seçilmişi, bir atanmışı sever veya sevmezsin, fakat unutma senin eleştirdiğin, hakaret ettiğin insan 80 milyonun temsil eden bir Cumhurbaşkanı ve halkın oyları ile seçildi.
Soru 1: Hollanda’da Türkler Türkiye için 3 kez oy kullandı. Sandık başına gidip oyunu verdin mi?
Bi benim oyumla ne olacak, Türkiye beni ilgilendirmiyor, diye gitmediysen o halde o yazıları da yazma hakkın yoktur!
Soru 2: Ayan Hırşi Ali vardı hatırladın mı? Nerde şimdi? Hani senden daha fazla gündemdeydi; adı sanı duyulduydu?
Soru 3: Türkiye’ye tatile giittiğinde ezan sesinden rahatsız olduğunu yazmıştın. Gitme, gidecek başka ülke mi yok. O ülkede 700 senedr hep ezan okunur bilmiyor muydun? Nasıl gazetecisin? Zorladılar mı seni illa Türkiye’ye gideceksin diye, yok sanmam. O halde?
Soru 4: İslamı ne kadar biliyorsun bilemem ama bir yazında da Hz. Muıhammed’e homo demiştin ( Haşa ). Hollanda dünyanın en özgür ülkesi, iyi buradaki homoların gazabına uğramadın. Bu nasıl iş Ebru?
Soru 5: Bu ülkede ( yani Hollanda’da ) pedofil partisi kuracak kadar özgürlük varsa senin şuna bunu hatta 3 milyar insanın peygamberine “ Homo” demen sana ne kazandırdı?

Unutma: Eleştirye evet ama hakarete hayır! Dozunu kaçırdın kabul et!
Rahmetli Uğur Mumcu, “ Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” derdi.
Senin İslam hakkında konuşman, yazman; Cumhurbaşkanını Recep Tayyip Erdoğana hakaretin bundan afrklı bir şey değil bence, haksız mıyıom diye sormuyorum haksızsın dediğini de duyuyorum…
Sonuç: Şu anda medyanın, gündemin oyuncağısın. Ayan Hırşi Ali gibi bir süre sonra seni de kimse hatırlamayacak. Bizde bir tabir var Medya maymunu olmak, medya maymunluğuna değmez Ebru…

Kendini şansız hissetme, sen belki haritada Türkiye’nin yerini bilmezken bu ağabeyinin yaşıtlarından 600 bini Kenan denen diktatörün işkence hanelerinde zulüm gördü. Bi sorgu ne ki, belki çay kahve bile ısmarlamışlardır sana gözaltına alındığında doğru mu?
Öte yandan ne olursa olsun hepimiz çok şanslıyız. Döl yolunda 4/5 milyon canlıdan tek şanslı olarak bu dünyaya gelmedik mi?
Gözüne yüzüne takmış çoğu; çirkin diyorlar sana söyleyecek lafı olmayanlar.
Sakın aldırtma, sen dünyanın en güzel kadını /kızısın…
Neden dersen, Biçare Yunus’u oku diyecem, Yunus bir sözünde derki, Yardılanı severim yaradandan ötürü. O yüzden işte Ebru

Sen yine de yardan yok, diyorsan ben senin atesitliğine de saygı duyar, bu kez Mevlan ile seslenirim sana, “Gel kim olursan ol yine gel”
Diyeceklerime şimdilik son veriken selem eder, çoğunun pötrlek dediği gözlerinden, çirkin dediği yüzlerinden öperim.
Unutmadan: Şöhret, mevki, makam öyle bir şeydir ki, ne gazeteci ne devlet adamı, ne sanatçı tanır. Avuçta bir kordur. Tutmasını bilmeyini yakar kavuru da küle dönünce anca fark eder insan ama iş işten geçmiştir.
İş işten geçmeden aklını başına topla, sağduyulu adaletli ol yazılarında Ebru.
Yazıya attığım başlığa gelince, evet öyle bir anne ve babadan doğan, dünyaya gelen birisi olarak genetik yapında bir Türk, Türkiye, Atatürk, din düşmanlığı olduğunu sanmıyorum: O halde ailenin yoğun iş temposundan dolayı seni emanet ettikleri bakıcı da bir sorun varmış olarak düşünüyorum.
Zaman zaman medayda görüyoruz, çocuğuna baksın diye tutulan bakıcıların o minik çocukklara nasıl işkence ettikleri içimizi parçalıyor.
Senin bakıcında öyle bir şey mi yaptı acaba, kafanı bir yerlere mi çarptı?
Ya da öyle bir kini varmış ki bana Kara Murat filimlerinden birini hatırlattı.
Türk düşmanları bir hakanın ikiz çocuklardan birini kaçırıyor ve (Karamurat’ı) tam bir Türk düşmanı yetiştiriyor. Kara Murat yetişince eli kılıç tutunca Müslümanlara, Türklere yapamadığını bırakmıyordu.
Neyse filmin sonunda Kara Murat tam babasına kılıcı vuracağı zaman kolu taş kesiliyordu. Gerçeği anlıyor, babasına sarılıyor ve Happy END oluyordu film.
Bence senin iöince Happy END çok yakın, değilse de sen bilirsin yapacak bir şey yok.
Sevgili Ebru kendine iyi bak ve Türkçede bir virgülün nasıl mana değiştirdiğini gösteren bir cümle ile sağlık mutluluk, hoşgörü ve bol okumalı günler diliyorum:
1-) Oku baban gibi; eşek olma
2-) Oku, baban gibi eşek olma…
Soru: Sence hangisi?

Yavuz Nufel