Hepimizin bildiği gibi milletimizin en hassas olduğu konu, dini inancı ve Müslümanlığıdır. Bu durumun farkında olan bilen bir grup, bir örgüt, 1970’li yıllarda oluşturduğu farklı konseptle yılmadan, bıkmadan, usanmadan profesyonel biçimde hedefine doğru ilerlemeye başladı.

Gerçek amacının darbe yaparak iktidarı ele geçirmek olduğunu gizleyen bu örgüt, ilk aşamada, insanımıza inancımız, Kur’an, İslam ve hizmet adı altında dokundu .
Bir taraftan bunu yaparken diğer taraftan İslam ile bağını minimuma indirip ülke içinde ve dışında din ile alakası olmayan farklı güç odaklarıyla kalıcı ilişkiler kurmaya başladı.
Taktıkları hizmet maskesiyle kendilerinin iyi niyetine inanıp onlara tüm kapılarını açık tutan devlete kadro yerleştirme stratejisini uygulamaya koyuldu. Özellikle TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri), polis ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), yargı, milli eğitim gibi bürokrasinin kilit kurumlarına sızarken, diğer yandan da Türkiye ile olan ilişkilerini yurtdışında da kullanarak bulundukları ülkelerde lobi faaliyetlerinde bulundu.
Örgüt mensupları, kolej adı ile kurulan cemaat okullarının yanı sıra dershaneler kurdular. 90’lı yılların başından itibaren kısa sürede "başarı" olarak ünlenince küresel ölçekte okullar açmaya başladılar. Başarılı oldukları yönünde şöhret elde ettikten sonra sadece muhafazakar kesimin değil, her kesimin ilgisini çekmeye başladı bu kolej ve dershaneler...
Sonrasında şahit olduk ki, başarılı diye övülen kurumların başarısı, doğru ve iyi bir eğitim veriyor olmalarından değil de kendi okul ve dershanelerine giden bazı öğrencilere, sınav sorularını yasadışı şekilde vermelerinden kaynaklanıyormuş.

Bir ülkenin her kademesini büyük ustalıkla sömürmeyi başaran bu yapı, zenginin parasını aldı. Kurmuş oldukları hortumlama kolejleri ve dershaneleriyle öyle bir algı oluşturdular ki, insanlar çocuklarını dershaneye göndermek zorunda kaldılar. Hatta ve hatta o dönemlerde Türkiye'ye gittiğimde gördüğüm tabloya göre, çocuklar okula gitmese de olur ancak dershaneye gitmezse asla olamazdı. Dolayısıyla aileler mutfak masraflarından kısıp çocuklarını dershanelere göndermek zorunda kaldılar. Bu şekilde orta ölçekli ailelerin ceplerindeki son kuruşlarını da çekip aldılar. Gel gelelim durumu hiç olmayan ailelere, onların da en zeki evlatlarını topladılar, okuttular, gencecik beyinleri yıkayıp ailelerinden kopardılar, sonrasında da ayarlanmış bir robot gibi istedikleri ülkelere gönderip çalıştırdılar.

Hayatı boyunca timsah gözyaşlarıyla insanları etkilemeye çalışan bir şahsiyet, aklı sıra 30 yıldan fazla bir sürede ektiği mahsulü artık toplama zamanı geldi düşüncesine büründü. Ruhunu satarak arkasına aldığı iki ülkeye, “iliklerine kadar sızdım, artık içerisi benim” zannettiği Türkiye’yi de ilave edip iyice heyecanlandı ve bu heyecanla kendisine dua yerine beddua ederek düğmeye basmış bulundu.
Kendilerine güvenip tüm iyi niyeti ile kapılarını açan bu devletin, milletin başına demokrasiyle, parti kurarak değil de darbe ile geçmeyi uygun gördü.

Bu şahsiyetin müntesipleri de her şey ortada olmasına rağmen kendilerini öyle bir inandırmışlar ki hala aynaya baktıklarında yüzlerindeki kocaman maskeyi bile görmezden gelip deri gerdirme peşindeler.

Dillerinden ilmi, Allah'ı, Kur-an ı düşürmeyen bu şahsiyetlerin esasında bugüne kadar okuduklarından hiçbir şey anlamadıklarını "yapılan tüm hesapların üzerinde bir hesap olduğunu, son kararın göklerden gelen karar olduğunu" bile öğrenememiş olmalarından anlıyoruz.

Daha dershaneler kapanma aşamasındayken, Başbakan geri adım atmazsa şayet "Bu ülkeden vazgeçeriz, bize ülkemi yok" cümlesini kuranlar, emellerine ulaşamayınca yaptıkları saldırı ve karalamalarla ülkeden vazgeçtiğini ispatlayanlar, şu an yeni bir ülke arayışına girdiler.

Yurt dışındaki kaleleri olarak bilinen Hollanda'yı bu ülkede yaşayan duyarlı bir vatandaş olarak uyarmak görevimiz. Son zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla gayretli bir şekilde şirin görünümüyle tüm Hollanda kurumlarında hızlarını kesmeden ilerliyorlar. Vazgeçtikleri ülkelerini karalayarak burada yaşayan vatandaşlarını zor durumda bırakmayı hobi edinerek, siyasette de kendilerinden olmayan Türk kökenli politikacıların kuyularını kazabilecek kadar gözleri dönmüş durumdalar. Son iki yıla yakın süredir edindiğimiz bu büyük tecrübeye dayanarak ikinci bir hamleyi Başbakanımız Ruttte'ye yapmalarından endişe ediyorum.

Hollanda devletinin, Türkiye hükümetinin hiçbir şekilde tanımadığı bu yapılanma ile muhatap olmadığı sürece Ankara ile ilişkilerinin daha da güçleneceğine inanıyorum. Çünkü bu yapı son yıllarda Hollanda kurumlarını devamlı Türkiye ve Cumhurbaşkanımız aleyhinde oluşturdukları algı operasyonlarıyla olumsuz etkilemekte. Halbuki bizler 400 yıl öncesine dayanan Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinin özellikle şu an gelişmekte olan Türkiye ekonomisini de göz önünde bulundurarak gereksiz yere etkilenmesini asla istemiyoruz.

1612 yılında Hollanda’nın ilk İstanbul Büyükelçisi Cornelis Haga’nın Sultan I. Ahmed’e sunmuş olduğu güven mektubuyla başlayan resmi ilişkilerimizi korumak adına ülkelerimiz arasındaki dostane ikili ilişkilerin devamlılığını önemsiyoruz.
Hollanda-Osmanlı ilişkilerinin başlatıldığı Hollanda Levanten Ticaret Merkezi ilk günkü heyecanla, bu iki ülkenin ekonomik münasebetlerine bugün de hiç kimsenin gölge düşüremeyeceği mesajını vererek aynı sevgi ve hoşgörü ile devam edecektir, inşallah.

Hollanda'nın ticareti önemsediği gibi ülke huzuruna da aşırı önem verdiğine hepimiz şahidiz. Bu ülkenin en güzel özelliklerinden biri de çok kültürlü olmasıdır.
Farklı diller ve kültürlerden oluşan bu motifi en güzel şekilde değerlendirip ticareti de içerisine işlediğimizde birçok şeyin üstesinden gelmiş olacağız.

Ortalığı karıştırmak isteyenlere gelince, kendilerini muhatap almak yerine devre dışı bırakarak matematikte olduğu şekilde sıfır gibi etkisiz hale getirmek en doğrusu. Sıfırı hangi büyük sayı ile çarparsanız çarpın sonuç sıfır olacaktır.

Huzur ve geleceğimiz için tüm tehlikeleri sıfırlayabilmemiz umuduyla...


Sevgiyle kalınız...

Saadet Koral