Bu başlangıç noktasını 2008 küresel finansal krizle anımsayabiliriz. Çünkü 2008 yılındaki küresel finansal krizle beraber ortaya çıkan ekonomik ortamla  bu krizin ekonomiler üzerinde yarattığı kırılganlıklar ve sorunlar tam giderilmemiş idi. Arkasından gelen süreçte 2010 Avrupa Birliği borç krizi, ardından gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı sıkıntılar,Avrupa'nın ve ABD'nin bir türlü krizden önceki döneme dönememek durumu hem büyüme hem enflasyon anlamında  küresel ticaret hacminin eski seyrini yakalayamaması anlamında ki sorunlar devam ederken, kovid-19 pandemisi ile karşı karşıya kaldığımız için aslında ekonominin aldığı hasar normal bir saldırının aldığı hasardan çok daha büyük bir boyuta gitmesine sebep oldu. Bütün bu kırılganlıklar ve sıkıntılarla baş etmeye çalışan bir küresel ekonomi vardı.

ABD'de Amerikan Merkez Bankası,AB tarafında AB merkez bankası,gelişmekte olan ülkelerin kendi merkez bankaları, Çin'in bir süreden bu yana yeni normlar adı altında %5-%6 büyümeyi kabullenme ye başlaması, ki bizim Çin'in büyümesi için normal olarak söylediğimiz rakam her zaman yüzde on'un üzerinde olmuştur. Bu gibi sıkıntılar zaten telafi edilmeye çalışılıyordu. Bunun üzerine Trump'un ABD Başkanı olmasıyla beraber küresel ticarette ticaret savaşlarının başlaması çok taraflı ticaret anlaşmalarının sonlandırılması gibi pek çok sıkıntıyı da beraberinde getirdi.

Pandemi bunların üzerine geldiği için yarattığı tahribat büyük oldu ve bu tahribatta devam ediyor. Bu hastalığın aşısı bulununcaya kadar veya çok kuvvetli kalıcı ve etkili bir tedavi yöntemi bulununcaya kadar bu hasarı tesbit etmek ve pandeminin küresel ekonomi üzerinde yarattığı riskleri ortadan kaldırmak mümkün değil. Çünkü her an salgının kontrol altına alınan ülkelerde yeniden nüksetmesi,yeniden atağa geçmesi gibi bir risk var. Mesela sonbahar aylarında mevsimsel griple beraber covid-19 salgınının yeniden artış gösterebileceğine ilişkin bazı ön kabuller ve tespitler var.

Dolayısıyla risk devam ederken tam anlamıyla bir hasar tespit yapamamış iken alınan önlemlerde geçici önlemlerdir. Yani dünya ekonomilerinin dünya ülkelerinin aldığı önlemlerin salgının yarattığı riskleri tam anlamıyla ortadan kaldırması mümkün değildir. Bu durumu sadece minimize etmeye çalışıyorlar diyor Dr. M. Levent Yılmaz.

Covid-19 u birçok farklı konuda kaleme aldım. Bu sefer hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı herkesi yakından ilgilendiren ekonomi boyutunu, Polis Akademisi öğretim üyesi bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir isim, iyi bir ekonomist Mehmet Levent Yılmaz hocamız ile yapmış olduğumuz söyleşide değerlendirdik.

Covid-19 sonrası ekonomide bizleri neler bekliyor sizler için kaleme aldığım bu söyleşiyi gelin hep birlikte değerlendirelim.

Değerli Hocam, Covid-19 sürecinde devletler ekonomik önlemler alarak hem para politikası olsun hemde iş yerlerini kaybetme riski olan veya ücretlerini alamayan insanlara destek olmak amaçlı,talep ve vergileri geri tutarak iş dünyasını destekliyor.

Bunlar yapılınca ekonomilerin daha az hasarla geri dönmesini görmek mümkün mü?

Sizce nasıl bir finansal süreç bizleri bekliyor ve devletlerin bu konudaki tutumu nasıl olacak?

Hangi siyasi çözümle ekonomide ki hasarları en aza indirebilir ve ekonominin büyük bir bölümünü geri dönüştürebiliriz?

Devletler salgının ekonomiler üzerinde oluşturduğu riskleri ve ekonomilere verdiği hasarı minimize etmeye çalışıyorlar. Bu durum aşı bulununcaya kadar veya etkili bir tedavi bulununcaya kadar devam edecek görünüyor.

Bu açıdan konuya baktığımızda ekonomi üzerindeki risk henüz ortadan kalkmış değil.

Bir taraftan pandemi ile beraber sınır kapılarının kapatılması,uçuşların durdurulması ülkeler arası ticaretin yavaşlaması,ülke ekonomilerinin kapatılması ve durdurulması sadece iç ve dış talebin durması gibi konularda küresel ticaret hacmini değil,aynı zamanda lojistik sistemleri ve küresel tedarik zincirlerini de olumsuz etkiledi.

Küresel ticaret tarafında toparlanmanın olması için normalleşmenin de olması gerekiyor. Bu anlamda  aşı ve tedavi konusu kritik öneme sahip. Çünkü bir ülke salgını kontrol altına alsa bile kendi aldığı tedbirlerle artık salgını bir risk halınden çıkartmış olsa bile komşu ülkesi veya ticaret yaptığı ülke eğer salgını kontrol edemez ise o ülke ile ticaret yapmayacak. Kapıları kapalı tutmaya çalışacak. Dolayısıyla sağlık anlamın da alınan tedbirler  devam ettiği sürece ekonomik anlamın da riskler artacak. Bu açıdan baktığımız zamanda küresel ticaret,iç talep ve diş talep noktasında ki riskleri hâlâ  devam etmekte.

Bu süreçte  ülkeler neler yaptı? Gelin bunlara bir bakalım..

Öncelikle iç talebin yani ekonominin durması neticesinde ortaya çıkan geri kayıplarıyla mücadele etmek istedi. ABD başta olmak üzere doğrudan halka karşılıksız para ödenmesi dahil birçok önlem gündeme geldi ve vergi tahsilleri ötelendi ve bazı vergi oranları düşürüldü. İşletmelere ödemesiz dönemler içeren krediler verildi aynı zamanda bunların faiz oranları çok düşük tutuldu. Mevcut kredi banka borçları vadesi uzatıldı.

Tüm bunlar yeniden yapılandırılırken burada ki amaç salgının ekonomi üzerindeki etkilerini hafifletmek idi.

Şimdi bunların içerisine baktığımızda ABD,AB ,Çin,Japonya,Güney Kore gibi ülkeler gibi büyük ekonomiler olarak nitelendirdiğimiz ülkelerde alınan tedbirler yanı sıra rakamlar çok yüksek olmasına  rağmen tahribatın da yüksek olduğunu gördük .Mesela ABD'de  iki trilyon dolarlık bir merkez bankasının parasal genişlemesi sonrası 700 küsür milyon dolarlık bir ek paket oluştu. Toplam 2.7 trilyon dolarlık bir kurtarma paketi bütçesi ayrıldı. Hatta bu paket ekonomi güvenliği yasası ile "pandemi ile mücadele" adı altında kongreden geçti.

Buna rağmen ABD deki işsizlik hat safhaya geldi ve ABD ilk defa 1929  ekonomik buhranında ki işsizlikten sonra ki en büyük işsizlik sorunu ile karşı karşıya geldi. Ekonomi neredeyse durma noktasına geldi.

Yine AB ülkelerine baktığımızda ise Almanya,İtalya,Fransa,İspanya ekonomileri de ciddi anlamda etkilendi. Ülke yönetimleri stratejik sektörlerde ki işletmelerini kamunun kurtarması, kamunun onları satın alması gibi yöntemler izleyerek ekonomilerini ayakta tutmaya çalıştılar.

Süreç devam ediyor..

Her ne kadar salgın kontrol altına alınmış görünsede özellikle batı ülkelerde ki sıkıntıların devam etmesı ekonomilerin durması sınır kapılarının kapatılması gibi pek çok gelişme için şunu söyleyebiliriz; "Riskler devam ediyor. Ekonomi üzerindeki yaratttığı tahribatların ortadan kaldırılması kısa vadede mümkün değil. Çünkü henüz aşı bulunmadı"

Biz bir süre daha bu pandeminin ekonomier üzerindeki oluşturduğu baskıyla yaşamaya devam etmek ve buna alışmak zorundayız.

Hükümetlerde sadece para politikaları  ile değil destekleyici maliye politikaları ile sürece katkı sağlamak zorundalar.

Ancak ne kadar dayanabilirler? Vergi tahsillerinin ertelenmesi , vergilerden vazgeçilmesi,bazı vergilerin düşürülmesi demek kamunun gelirlerinin düşürülmesi demek.

Covid-19 ile sarsılan ekonomiler için yeni finans kaynaklarına ihtiyaç var.

Pandemi sürecine kadar çevre ülkelerin finans kaynaklarının çoğu merkez ülkeler di. Bu salgından sonra merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasında ki ilişki etkilenir mi?

Küreselleşmenin finans boyutunda ki gelişmeler covid-19 sonrası liberal devlet anlayışından ulus devlet anlayışına doğru geçiş yaparak liberalizasyonun artık son bulma durumu söz konusu olur mu sizce?

Aslında bu tartışmanın temel noktasında oturan şey, "küreselleşme ne olacak"?

Hem finansal liberalizasyon hem küreselleşmenin finans boyutunda ki gelişmeler ne olacak tartışması şu an dünyada ki pek çok düşünür ve aklı başında insan tarafından ele alınıyor değerlendiriliyor.

Bu konuda çeşitli yorumlar gündeme gelirken, bir taraftan küreselleşmenin sonu geldi denilirken,diğer yandan biraz önce sizin de bahsettiğiniz ülkelerin içe kapanması gibi olaylar var.

Kimi küreselleşmenin yavaşlayacağını söylerken, bazıları ise küreselleşmenin ağırlık merkezinin batıdan doğuya doğru kayacağını  söylüyor. Bunun gibi pek çok görüş var.

Fakat olaya ekonomi boyutu ile baktığımızda biz şunu söyleyebiliriz.

Bir kere dünyanın bugün gelmiş olduğu nokta itibariyle bir tartışmanın bir boyutunu taşıyor diye ne liberal devlet anlayışından vazgeçilebilir ne de ulus devletler olacak, artık devletler kontrolu ele alacak liberalizasyon son bulacak denilebilir.

Pandeminin şokuyla birlikte buna benzer yorumlar çok büyük dergilerde ve yayınlarda  ele alınmıştı.  Ancak zaman ilerledikçe de gördük ki, ilk günden itibaren benimde altını çizdiğim bir konu vardı.

Bugün insanlığın ve dünya sisteminin geldiği noktada bir kere liberalleşmeden ve liberal ekonomilerden vazgeçmemiz mümkün değil.

Liberal ekonomilerden vazgeçmek demek devletlerin yeniden iğne iplik üretmesi veya en temel ihtiyaçları bile devlet eliyle üreten bir ekonomik haline gelmesi demek.

Ancak geçiş süreçlerinde tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi ekonomileri kurtarmak için devletler bazen bankaları satın alarak kurtarabilirler. Almanya örneğinde olduğu gibi Luftansa  hava yolunun kurtarılması için hükümet adım atabilir. Ancak bunlar kalıcı değil geçici adımlardır.

Süreç normale döndükten sonra ekonomiler normalleşmeye başladığı andan itibaren yine özel sektöre devredilir veya devletin payı yeniden satılarak sirketi devredilmiş olur.

Birincisi liberalleşmeden dünya vazgeçemez. İkincisi ise dünya küreselleşmeden de vazgeçemez. Çünkü bugün insan oğlunun kazandığı alışkanlıklar,insanların yaşam biçimleri,insanların sahip olduğu ve elde ettiği kazanımlar büyük oranla küreselleşmenin bir sonucu olarak karşımıza çıktı.

Örneğin, Türkiye'de yaşayan bir ailenin çocuğu Hollanda'da eğitim alması, ardından Amerika'da iş bulması, tüm bunlar küreselleşmenin getirmiş olduğu şeyler. Küreselleşmenin faydaları ve zararları ayrı bir tartışma konusu fakat dünyada ki insanlar artık küreselleşmeyi bu haliyle kabul etmiş bununla yaşamaya alışmış durumdalar.

Dolayısıyla küreselleşmenin sonu gelecek görüşünü ben fazlasıyla iddialı buluyorum.

Diğer yandan küreselleşmenin ağırlık merkezinin değişmesiyle ilgili görüşler var ki ben buna biraz katılırım çünkü zaten 2000'li yılların başında biz dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin hızlı bir şekilde batıdan doğuya doğuya hareket ettiğini görüyoruz.

Dünyada ki küresel gayrisafi hasılatın ağırlıklı olarak artık doğu ülkelerinde üretildiğini Çin,Güney Kore,Hindistan gibi ülkelerde ağırlıklı olduğunu görüyoruz.

Aynı zamanda Çin'in ve Hindistan'ın başkentlerini içine alan bir daire çizdiğimizde, dünya nüfusunun da yarısından fazlasının o daire içersin de yaşadığını görmekteyiz.

Hastalığın çıkış noktası Çin'e baktığımızda hızlı bir şekilde çok sert önlemlerle hastalığı kontrol altına alıp ve yeniden ekonomisini faaliyete geçirdiğini görüyoruz.

Ancak batı hem ekonomi hem sosyal boyutu ile çok ağır hasarlar aldı . Aynı zamanda şu anda batı ülkelerinde iç dinamiklerin harekete geçtiğini görüyoruz, batıda yaşayan insanların toplumsal harekete dönüşebilecek tepkilerinin ortaya çıktığına şahit oluyoruz.

Bu durumda ise merkez ülkeler ve çevre ülkeler tartışmasına baktığımız zaman da şunu göreceğiz,  batı ülkelerinin kendi iç siyaseti ile uğraşmak zorunda kalacakları bir tablo oluşacak. İngiltere, İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerin salgın sürecinde sağlık alt yapısının ve bu ülkelerde ki sosyal güvenlik sistemlerinin kapsayıcılığının ne kadar zayıf olduğu ortaya çıktı. Sokaklarda insanlar öldü,huzur evlerinde yaşlılar ölüme terkedildi,solunum cihazı bulunamadığıniçin yaşlı insanların fişi çekildi.

ABD'ye baktığımızda ise özellikle salgının kontrolu esnasında çok zayıf davranılması sonucunda sağlık ve sosyal güvenliğin ne kadar zayıf olduğu ortaya çıktı ve beraberinde toplumsal tepkiler yaşandı.

Nihayetinde siyahi bir vatandaşın ABD polisi tarafından öldürülmesi de süreci tetikledi. Bugün ABD'de neredeyse iç savaşa varan ordunun sokaklara inmek zorunda kalacağı bir toplumsal hareket başladı ve ABD Kasım ayında seçime gidiyor.

Batı bu tarz işlerle uğraşırken Doğu alıp başını gidebilir.

Bu açıdan bakınca da küreselleşmenin merkezi,dinamikleri noktasında yeni bir hareket gerçekleşebilir.

Coronavirüs küresel salgını, ülkelerin "milli ve yerli" sermayeye dayalı üretimde kendilerinin yeterli ekonomi düzeyde olmalarının öneminin altını çiziyor.

Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde Türkiye önemli adımlar atarken, Türkiye'nin covid-19 ile mücadele kapsamında özellikle bazı sektörlerde ihracatı yavaşlatıp daha içe dönük bir çalışma politikası izlediğini gördük.

Yerli ve milli üretimde Türkiye şu an hangi aşamada ve önümüzde ki süreçle ilgili nasıl bir alt yapı oluşturmakta?

Sağlıkta göstermiş olduğu başarıyı milli ve yerli üretimde gösterdiğinde küresel siyasetin sunduğu fotoğrafta Türkiye'yi nasıl ve nerede göreceğiz?

Tüm bunlar gerçekleşirken Türkiye devleti toplumun birbirine olan ihtiyacını pekiştirmek adına çok anlamlı bir kampanya başlattı.

Sizce "Biz Bize Yeteriz" kampanyası ile Türkiye tüm dünyaya nasıl bir mesaj vermek istedi?

Türkiye yerli üretim noktasında zaten pandemi öncesindede ciddi adımlar atmıştı. Özellikle Hazine ve Maliye Bakanlığı,Bilim Sanayi Bakanlığı, ilgili diğer bakanlıklar da burada savunma sanayisini de ön plana çıkarta biliriz.

Yerli üretim noktasında Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı stratejik sektörlerde ki stratejik ürünlerde yerli oranın artışa geçmesi noktasında Türkiye zaten önemli bir strateji izliyor. Pandemi ile beraber buradaki stratejinin ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı ve bu çalışmalara biraz daha hız verilmiş oldu.

Türkiye zaten özellikle gelişmekte olan bir ekonomi olarak cari açık ve öncesinde sektörlerde bu adımları atmak zorundaydı .

Bu sürecin en önemli çıktılarından bir tanesi aslında şu oldu;

Batılı ülkelerde toplumlar,toplumsal bakış açısı hasar aldı.

Avrupa'da bireyselleşmenin hat safhaya çıktığı ve bireysel çıkarların toplumsal çıkarlarının önüne geçtiği bir dönem yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Oysa Türkiye'de bunun tam tersine toplumsal dayanışmanın katlanarak arttığı bir dönem oldu.

Özellikle "Biz Bize Yeteriz" kampanyasının elbette rakamsal değeri çok önemli ancak, esas ana amacın rakamlar değil toplumun birbirine olan ihtiyacının, toplumun birbirine olan bağlılığının pekiştirilmesi ve toplumsal bir refleks gösterilmesinin ne kadar önemli olduğunun ön plana çıkmasını göz önüne alırsak parasal değerinden daha ziyade algısal değerinin ne kadar önemli olduğunu görürüz.

Avrupa tarafında bireysellik ön plana çıkarken Türkiye'de toplumsallık tarafı ön plana çıktı. Avrupalı ben derken Türkiye'de yaşayanlar biz dedi.

Diğer tarafdan yerli üretim kamu şirketlerinin kamudaki kaynakların hemde özel sektörün bir araya gelerek hızlı bir şekilde küresel standartlara uygun solunum cihazı üretebilmesi ve bu konuda hızlı bir şekilde seri üretime geçebilmesi Türkiye sanayisinin  Türkiye'deki zihinsel ve ekonomik alt yapının yanı sıra teknolojik ve yazılım altyapısının yüksek zekâsınında ne kadar ilerlemiş olduğunu gösterdi.

Bu cihaz tamami yerli kaynaklardan üretildi ve aynı zamanda ihracatına da başlanıldı.

Önemli bulduğumuz bir diğer konu ise aşı çalışmalarında da yine Türkiye'nin hekimleri  ve kendi bilim adamları vasıtasıyla hızlı bir şekilde hareket ettiği oldu.

En önemli konu ise hastalıkla ve salgınla mücadele noktasında kendi stratejisini belirledi ve Dünya Sağlık Örgütünün dahi örnek alabileceği tedavi planlamaları yaptı.

Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü'nden gelen tedavi planlarıyla yetinmedi kendi tespitleri ve sağlık sistemi ile tedavi planı ortaya çıkarttığı için sadece salgınnın yayılmasında değil bu virüse yakalananların tedavisinde de çok önemli adımlar attı.

Bu salgın bize küresel ekonomide toplumsal olarak tek başımıza kalabilirizi  öğretti . Dünya sağlık örgütü bu salgını pandemi olarak ilan ettiği andan itibaren bir küresel panik yaşandığını gördük .

Bu anlamda Türkiye bu küresel panik ortamını  gördü ve hiç panik yapmadan sakin bir şekilde bir planlama yaptı.Bu planlama içerisinde de salgının boyutu, ne kadar süreceği,kaç milyon insani etkileyeceği,hangi sektörleri etkileyeceği konusu ilk başlarda dünyada net olmadığı için bazı ülkelerin ihracatında kısıtlamalarda bulundu. Bu konuda bir çok ülkenin de yaptığı gibi haklı olarak kendi vatandaşlarını öncelemesi gerekiyordu. Buda gayet normal bir adımdır.

Türkiye diğer ülkelere hayat kurtarma amaçlı gönderdiği  yardım malzemelerinden dolayı içerde büyük tepkiler aldı.

Bu eleştirilerin büyük kısmı, olası bir ikinci dalga da birçok ülke özellikle sağlık malzemesi konusunda kısıtlı davranırken Türkiye'nin elinde ki sağlık malzemelerini diğer ülkelere göndermesi sonucu kendi vatandaşını mağdur edeceği konusunda idi.

Türkiye kendi vatandaşına verdiği değer tüm dünya için bir örnek teşkil ederken neden böyle bir polemik gündeme geldi?

Toplumsal sıkıntıların ekonomi üzerinde etkisi olur mu?

Türkiye'den giden tıbbı yardım malzemeleri birçok ülkede oluşacak olan krizi çözdü. Dünyada birçok insanın hayatını kurtardı.

Bizler ikinci bir dalganın gelmeme sini umut etmiyoruz tabiki. Şayet böyle bir gelişme olursa da Türkiye bu konuda gerekli tedbirleri almıştır.

Sadece İstanbul da  45 günlük bir süre içerisinde  iki tane pandemi hastanesi hızlı bir şekilde inşa edildi. Ardından birçok tesiste maske ve koruyucu ekipmanlar, bu salgınla mücadele noktasında cihazlar, solunum cihazlarının üretimine hız verilmesi yanı sıra tüm bunların depolanması ve sayılarının arttırılması yönünde stratejileri gördük. Olası bir ikinci dalga için Türkiye vatandaşını zor durumda bırakacak kadar tecrubesiz  bir ülke değil .Tam aksine olağanüstü durumlarda mücadele tecrübesi olan bir ülkedir.

Elbette bu süreç içerisinde öneriler olabilir,yapılan bir işin daha iyi yapılma yöntemine ilişkin bazı teklifler öngörülebilir. Tüm bunları elbette doğal karşılarız ancak bütün dünyanın imtihandan geçtiği birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan bir dönemde eleştirilerin yapıcı değil yıkıcı olması toplumsal yapıya alt yapıya ve toplumun bakış açısına zarar verir.

Ekonomilerin bu kadar etkilendiği bir dönemde yıkıcı tahribat gücü yüksek,ayağı yere basmayan bu tür söylemler zarar verir. Dolaysıyla siyasilerin birleştirici,bütünleştirici önerilerle gelmeleri önem arz eder.

Aksi takdirde hastalığın ve küresel sıkıntıların etkisi altında olan ekonomiler daha ağır hasarlar görebilir. Bu da ülkede yaşayan insanların daha fazla olumsuz etkilenmesini sağlar.

"Bu dönem olağanüstü bir dönem dır."

Son dönemlerde "Yerli Para" birimine geçiş sıkça gündeme geliyor.

Türkiye yerli para birimine geçmeye ne kadar hazır?  Bu süreci hangi adımlarla ve neden başlatmak istiyor?

Yerli para birimine geçişin Türkiye'nin diş ticaret açığında nasıl bir getirisi olur?

Türkiye her ne kadar son dönemde yeniden gündeme gelmiş olsada uzunca bir süreden bu yana yerel paralarla ticaret noktasında bir tavır sergiliyor.

Özellikle ABD Başkanı Trump'ın seçilmesinin ardından ortaya çıkan küresel ekonomik atmosferde doların bir silah olarak kullanıldığı,ekonomilere yapılan saldırıların bir yaptırım aracı olarak kullanıldığı bir dönem yaşıyoruz. Böylesi bir dönemde dolarizasyonun yüksek olduğu ve dış ticaret açığı veren ekonomilerde döviz kuru sadece bir ülke parasının değerini belirleyen bir enstirüman dan daha ziyade bir risk haline dönüşüyor.

Doların Tl karşısındaki değerinin artması veya azalması makro ekonomik dengeleri riske edebilecek boyutlara ulaşıyor.

Birde üstüne 2018 Ağustos ayında yaşadığımız küresel spekülatif atak gibi bir konu ile karşı  karşıya kaldığımızda da şunu görüyorsunuz.

Demekki  sizin bu dolarizasyon sorununuz ekonominizi etkileyecek boyuta gelmiş ve artık sizin dolardan kendinizi bir şekilde zarar görmeyecek boyuta indirgemeniz gerekiyor.

Burada yapılması gereken tek şey yerel paralarla ticareti arttırmaktır.

Burada yerel paralarla ticaretten kastımız şu, örneğin Türkiye ile Çin arasındaki dış ticaret hacmi toplam yirmi beş milyar dolar.

Bunun beş milyar dolarını Türkiye yapıyor yirmi milyar dolar civarında bizim dış ticaret açığımız var.

Bu şu demek; Türkiye bir yıl boyunca Çin ile yaptığı ticarette dolar cinsinden yirmi milyar dolar para bulmak zorunda.

Eğer bu ticaret Türkiye ve Çin merkez bankaları arasında imzalanacak bir anlaşma ile  yapılabilseydi bizim yirmi milyar dolar talep etmek yerine bunu yerel paralarla yapmamız mümkün olacaktı.

Bu yeni bir vizyondur. Benzeri konuyu komşu ülkelerle de düşünebilirsiniz.

Dolara olan bağımlılık arttıkça, özellikle Türkiye net enerji italaatcısı bir ülke yani enerji kaynaklari yok denecek kadar az olduğu için ihtiyaç duyduğu petrolu ve doğalgazı da dolar cinsinden almak zorunda olan bir ülke. Burada ki hem petrol fiyatının hemde kurun artması gibi risk ve maliyetleri de arttırıyor.

O halde bizim yerel paralarla ticareti öncelememiz gerekiyor.

Bir dönem Tl üzerinden doğalgaz alımı İran ile yapılıyordu bu yıne devam etmekte.

Rusya ile aldığımız doğalgaza gelince, döviz cinsinden alıyoruz ve alım-öde mekanizmasıyla devam ediyor ancak 2021 yılında bazı gelecek kontratların yenilenmeyeceğini öngörüyorum ben .

Buralarda yerel paralarla ticaretin yapılması gerektiği noktasında zaten önceden beri Türkiye'de bir bakış açısı,vizyon vardı.

Sayın Cumhurbaşkanımız her gittiği ülkede ülke liderleri ile yaptığı ikili görüşmelerde ki konulardan bir tanesi de her zaman yerel paralarla ticaret olmuştur.

Türkiye bunu yapabilir mi evet yapabilir.

Konjoktur olarak bunun için giderek müsait duruma geliyor. Çünkü dolarizasyondan rahatsızlık gören tek ülke biz değiliz

Pek çok ülke bu sıkıntıyı yaşıyor. Dolara olan bağımlılığın azalacığını teknik olarak hepimiz biliyoruz zaten,amaç bunu pratikde sağlayabiliyor olmak.

Bu salgınının bir an önce son bulmasını diliyor, ekonomik dönüşümün yeni süreçle birlikte toplumları daha memnun edecek refah bir seviyeye gelmesini diliyoruz.

Tüm sorularımı içtenlikle cevaplayan değerli Hocam ekonomist Dr.M.Levent Yılmaz'a teşekkür ediyorum.

Saygılarımla,

Saadet Koral