Çünkü güç, insana güven hissi verir, oysa çoğu zaman bu güven bir yanılsamadır. Bir noktadan sonra lider, kontrol ettikçe güçlendiğini sanır. Oysa her kontrol çabası, alanını biraz daha daraltır. Etrafında sadece onaylayanlar kaldığında, o artık güç toplamıyordur, güç kaybediyordur.
Güç, başlangıçta bir lütuf gibi görünür. Eline geçirenin elini güçlendirir, çevresini hizaya sokar, itibar kazandırır. Ama zamanla o güç, sahibini dönüştürmeye başlar. Çünkü güç büyüdükçe kontrol etme arzusu da büyür. Ve kontrol, başlangıçta düzen yaratır gibi görünse de, sonunda düşünceyi, cesareti ve yaratıcılığı boğar.
Liderlik, gücü yönetebilme sanatıdır; fakat çoğu lider bir noktadan sonra gücün kendisi tarafından yönetilmeye başlar. Her şeyi bilmek, görmek, yönlendirmek ister. Bu da sistemi kapatır; çünkü kimse hata yapmaktan korktuğunda, yeni bir fikir doğmaz. Güç paylaşılmadığında küçülür, devredilmedikçe hantallaşır. Sonunda, o güçlü görünen yapı, liderin kendi gölgesine bile tahammül edemeyecek kadar kırılgan hale gelir.
Her sistemin kırılma noktası, güvenin yerini kontrolün almasıdır. Güven, çoğaltır; kontrol, tüketir. Bir liderin en büyük sınavı, “her şeyi ben yapmalıyım” saplantısından kurtulabilmektir. Çünkü o noktadan sonra lider, yöneten değil, korumaya çalışan birine dönüşür. Ve koruma içgüdüsü zamanla paranoyaya evrilir.
Gerçek liderler, her şeyi kontrol etmek yerine, insanlara alan açabilen kişilerdir. Gücü paylaşmak zayıflık değil, tam tersine uzun ömürlü bir yapının şartıdır. Çünkü güç sadece sizde ya da sadece sizden olanlarda biriktiğinde, artık ortak bir enerji olmaktan çıkar; tek bir kişinin ağırlığı altında ezilen bir sisteme dönüşür.
Belki de asıl soru şudur: Bir lider gücü kontrol etmek için mi vardır, yoksa insanların kendi gücünü bulmasına aracılık etmek için mi?
Cevap, her zaman aynı yere çıkar:
Gerçek güç, vazgeçebilme cesaretidir.
Ve ne kadar kontrol ederseniz edin, sonunda güç değil, özgürlük ayakta kalır.
Saygılarımla,
Saadet Koral