Böyle babaya böyle evlat…

Abone Ol

---

Köşe yazımı yazmaya başlamak üzereydim ki oğlum Tolga’dan bir mail aldım… Yazarlar zaman zaman okur mektuplarına yer verirler… Biraz bu hakkımı kullanarak, biraz da son günlerde yaşadıklarımın mutluluğu ile noktasına virgülüne dokunmadan oğlumun mektubunu paylaşmaya karar verdim: 
Babama…

Bundan birkaç gün önce babamla net üzerinden bir muhabbetimiz oldu. Bana, “oğlum sana evlilik kararımı bildirmek ve bu konuda düşüncelerini almak isterim” dediğinde başladık sohbetimize. Aklımdaki ismin “doğru” çıktığını ve bu tahminin beni mutlu ettiğini dile getirdim kendisine. Tabi bu muhabbet bana babamla olan geçmişimizi hatırlattı. Sizlerle şöyle bir uzanalım o günlere:

Biz üç kardeşiz. En büyükleri, yani ailemin ilk oğluyum. Kardeşim Oğuz ve en küçüğümüz Özgenur sırasıyla gelir. İstanbul’da annemle evlenen babamın gurbete gidişi Haydarpaşa’dan değil, Topselvi’den kalkarak başlar. Hollanda’da zorunlu mücadeleler vermeye başlar ve Hollandacayı öğrenir. Tecrübe edinmesi gerektiği iki yenilik vardır hayatında: Birincisi evli olmak, ikincisi de gurbet diye hitap edilen yeni bir ülkenin vatandaşı olmak. Ki çok gözüme batmıştır insanlarımızın misafir olarak gidip ülkenin kendi vatandaşlarından daha vatandaş olması. 

Kardeşim Oğuz doğduğunda ben 4 yaşındaydım. Biraz hayali şekilde hatırlıyor olsam da hiç unutmam o anı. Babam elimden tutuyordu. Van Dam hastanesindeydik. Babam bana “birazdan kardeşini getirecekler, anneni de göreceksin Tolga” demişti. Koskoca bir camın önünde bekliyorduk. Kuvözlerde bebekler vardı. Boyum yetişmediğinden babam beni kucağına almıştı. “Bak oğlum, annen geldi!” diyordu heyecanla. “Bak bak! Hemşire Oğuz’u getirdi! Senin kardeşin o!”

Kardeş mi? Abi olmanın ilk sorumluluğu, kardeşliktir. “Baba Oğuz’un adı niye Oğuz ki” şeklinde soru sorduğumu da hatırlarım. “Oğuz, eski Fenerbahçeli Oğuz’un adıdır. Oğuz-hanlardan da gelir”

Oysa babam Yavuz Nufel’in bir sebebi daha vardı kardeşime Oğuz adını verdiğinde. 1976 yılında Alayköşkü caddesinde Oğuz Aral’dan ilk espirisinin telifini alan, henüz birinci sınıfta okuyan talebe babamdır. 
Kardeşim Oğuz, aynı zamanda 26 Temmuz 2004 yılında kaybetmiş olduğumuz büyük usta Oğuz Aral’ın adını almıştır. Babamın tarihe, disipline, anmaya ve anılmaya ciddi bir bakışı olduğunu öğrendim. 

İsmi “Yavuz Nufel” olarak bilinse de orjinali “Nufel Yavuz’dur. Tabi birçok insanın soy ismimi Nufel sanmasını normal karşılıyorum. Tıpkı Aziz Rutkay, Rutkay Aziz gibi…

Babamın bir mücadelesine diğerlerinden biraz daha fazla bir hayranlıkla baktığım gerçektir. Kardeşim hastanede yatarken babamın yanında günlerce gecelerce sabahladığını bilirim. Biz hastaneden çok sıkılıp bıktığımız halde, o Spijkenisse’da bulunan Ruwaard van Puttenziekenhuis hastanesinde ekmek parası için çalışıyordu… Yani hastaneden kurtulmak isterken, bir başka hastanede yine hastaneye bağlı olmak. Size evladınızı hatırlattığını düşünün. “Bu nasıl bir psikoloji böyle” diye hep düşünmüşümdür. Konu babam olunca biraz farklı oluyor.

İlk kitabı “Yatsıda Sönmeyen Mum Işığında”
İlk şiir kitabını çıkardığında “Tolga senin parmakların hızlı, şu yazıları kağıttan yazar mısın oğlum hemen” dediğinde, biz babamın sayfalarını hazırlardık. Tabi yaptığımı büyük bir katkı olarak görmesem de babamdaki heyecanı gözlemliyordum. Hatta bir gün kitap dosyasını kaybettiğimizi zannederek gözlerinin dolduğunu görmüştük kardeşimle, annemle…
Neyse ki yanlış bakmaktan kaynaklanan bir durumdu bu… 
Daha sonra diğer kitapları çıktı babamın: “Şiirmatik”, “Lalezarda Deli Var”, “40 yıl-40 insan-40 öykü”

Her ailede olduğu ve olması gerektiği gibi bizde babamla omuzdaş olduk, bazı konularda tartıştık ve bazı konularda küstük, kırıldık birbirimize. Ama küslüğümüz birkaç saatten fazla sürmedi hiçbir zaman. Çok fedakar bir insanın oğluyum. Bununla da ayrı gurur duymaktayım. 
Beni -daha ben 6 yaşındayken- müzik okuluna yazdırandır. 
Hatta hiç unutmadığım bir fedakarlığı var diğerlerinden önce hatırladığım:

Maddi anlamda sıkıştığımız bir dönemde babam, “Tolga’nın bu ay müzik okul masrafları yatması lazım.” dediğinde Annem, “ne yapmalıyız” şeklinde soru sormuş, babam da biçok ihtiyaç duydukları nikotini (!) almayacaklarını söylüyordu. 
Düşünebiliyor musunuz? 
Babam o dönem günde 3 paket sigara içerken ( şimdi 3 günde 1 paket tütün içiyor) okul masrafımı ödeyebilmek için sigara almayıp onu benim için biriktirdiler.. Lalezar’ın delisi dediğiniz aklı başında iradesi sağam mı sağlam bir deli’dir. 

Ekin Dergisi’nde genel yayın yönetmenliği yaptı, Türkiye Gazetesi, TGRT Hollanda sorumlusu olarak çalıştı; Sesver adlı gazetede yazarlık, Demet Tv, GALA ve Kanal Avrupa gibi televizyon yayınlarına programlar, Son Fm ve Radyo Deniz’de programlar yaptı yıllarca; Avrupa’ya göçün belgeselini hazırladı, çekti, yayınladı. Konferanslar verdi Türkiye’nin sayılı üniversitelerinde. Şiir dinletileri yaptı Türkiye’nin, Avrupa’nın dört bir yanında yüzlerce kişiye hitaben.. Bazılarında yanında bulunup teknik destek sağladım kendisine… 
Babamı hep bir çaba içinde, koşturmaca içinde gördüm. 
Gülümsemesi, espiri yapması ve bizlere olan bağı dışında hep bir burukluk sezdim kendisinde. 2004 yılında annemle anlaşamayarak ayrıldılar. Bu konuda kız kardeşim Özgenur biraz daha farklı anlamda etkilenmişti. Ama büyüdükçe o da alıştı bu duruma. 

Olur ayrılıktır bu! Altında bir şeyler aramaya gerek yok. İnsanlar evliyken ayrılıyorsa, daha mutlu olabilecekleri için ayrılırlar. Sonuçta babam, İstanbul’dan gurbete giderek de ülkesinden ayrılmadı mı? Hem evet, hem hayır! Ülkemizi daima gönlünde ve yüreğinde taşıyan ender ve eli öpülesi bir insandır benim babam. 

Kardeşlerimin doğumlarında ve ilk kitabını çıkarmaya uğraştığı zamanlarda mutlu gördüğüm babamı, yıllar sonra aynı şekilde, fakat onu daha mutlu görmek, beni de sürükledi. Nuray Çetin ablamızla evleneceğini belirten babama daima mutlu olmasını samimi ve en derin içtenliğimle dilerim. Yıllarca bize fedakarlık yapan ve yazmayı, konuşmayı öğretmeyi meslek edinmiştir kendisi. 
Ona olan minnetimi ancak bu şekilde ifade edebiliyorum, kelimeler yetmese de anlatmaya. 
- Artık evine gittiğinde ona kapıyı açacak bir eşi olacak!
- Hastalandığında “sana sıcak çorba yaptım hayatım” diyecek eşi!
- Sabahları kahvaltı etmeden haber peşinde koşmayacak. Eşi sağlığı konusunda onu uyaracak!
- Boynundaki kolyeye ve HİÇ’lik felsefensinde ikinci anlamı eşi olacak!
- Deliliği eşi tarafından sevgiyle şekillendirilecek!

Son bir şey daha:
Bunu da babamın bana yazmış olduğu “Nasihat” isimli şiirle cevaplayayım!

“oğlum
Kurşun öldürür
Söz, deler geçer
Süründürür
Felç eder
Bilmeyi bil oğlum
Söz söylemeyi de
Sana kilitler parçalayacak
Sözler bırakıyorum geride
Ne hesabı
Ne cüzdanı oğlum
Hesaplaş(a)mamış 
Bir insanın
Hesabı olur mu oğlum
Cüzdanı şiş bir babanın
Vicdanı olur mu oğlum
Kitaplar bırakıyorum sana
Hepsi birer okul
Sorulacak hesapları
Söylemiyorum
Onu da sen bul...

Evet, sorulacak hesapları söylemiyor burada, fakat ilk hesabımı aldığım “Nasihat” üzerine soruyorum:
Bu adama bu şiiri yazdırmak yerine daha önce gelseydin ya?
Bunca yıl neredeydin sen Nuray abla? : - )

İkinize de ömür boyu sağlık ve mutluluklar dilerim.

Not: babamın değimiyle bu da kendi şahsıma, yani bana “küpelik” olsun: 
Arkadaş! Başımdaki deli bir iken, iki oldu iyi mi… : - )

Tolga Yavuz "
Not: Yazının başlığı başka ne olabilirdi bilmiyorum, biraz narsizim kokuyor diye düşünüyorsanız, böyle bir günde bırakın o kadarcık ta olsun değil mi?
Ayrca o da artık evli ve mutlu. Yine bir ilki yaşattıbu deliye… İdilimiz ile ilk torun aşkını, sevgisini, tadını bize tattırdı.

Yavuz Nufel