Bodrum sahillerine vuran küçük bir beden, insanlığın sessizliğe büründüğü andı. Suriyeli Aylan bebeğin acı hikâyesi hepimizin yüreğini yaktı.

Savaşın acımasızlığında vatanından ayrılarak, bilinmezliğe yol alan böyle nice hikâyeler yaşanıyor. Kavimler göçünden sonra insanlığın gördüğü en büyük dram, bizim coğrafyamızda yaşanıyor. Evinden, yurdundan olanlar, insanî şartlarda bir gelecek bulma umuduyla Avrupa’nın yolunu tutuyor.
Ancak bu yol dikenli, zorlu ve acımasız. İnsan tacirlerinin kol gezdiği, çaresizler borsasında simsarların insanlığı pazara çıkardığı bir dünya. Suriye’den Avrupa’ya süren bu yolculuğun boyutları arttıkça Avrupa için tehditkâr bir noktaya ulaştı. Yüzbinlerin umut yolculuğunda “şanslı” sayılabilenler hudutlara ulaşıp bir boşlukta verilen geçiş iznini bir kurtuluş olarak görüyor.

Oysa sınır geçmek demek sorunların sona ermesi anlamına gelmiyor. İlk gelen mülteciler günlerce kayıt olmak için bekletiliyor. Avrupa’nın çalışma saatlerindeki tavizsiz rahatlığı, kuyrukların uzamasına; çoğu çocuklu aileler olmak üzere insanların soğukta beklemelerine neden oluyor. Sanılanın aksine insanlara sıhhi ve sıcak bir ortam sağlanmıyor. Beslenme konusunda ciddi sıkıntılar var. Müslümanların hassasiyetleri gözetilmiyor, kamplarda helâl yemek imkânı bulunmuyor.

Konaklama sorunu ciddi boyutlarda. Örneğin Almanya’ya gelen mültecilerin sadece yüzde ellisine yakını barınacak yer bulabiliyor. Geride kalanlar sokaklarda, parklarda ve salonlarda yer bulabiliyor. Gönüllülerin desteği olmasa gerekli işlemler için tahsis edilen memurların sayısı yeterli değil. Burası çok önemli, kampların içerisine basın ve STK’lar alınmıyor. Ülkemizde basın özgürlüğünden ve özgür haber alma hakkından şikâyet edenler Avrupa’nın ortasındaki bu sansürden haberdar mı?

Mülteci ailelerin okul çağındaki çocukları okula gidemiyor, sınıflar yetersiz. Ailelerin sosyal gereksinimi olan sosyal faaliyetler, savaşın yıprattığı küçük dimağların düzeltilmesine yönelik sosyolojik destek alanları sunulmuyor.
Sıkıntılar bununla da sınırlı değil. Avrupa’daki aşırı ve ırkçı kesimlerin kamplara yönelik saldırılar yaşanıyor. Bu baskılar her geçen gün artıyor ve baskılar nedeniyle aileler kampların dışına çıkamıyor.

Kısacası, çoğu konuda örnek gösterilen Avrupa; insanî yardım konusunda kendisine atfettiği imtiyazlı duruşu gerçekte ne derece taşıyor? “Batı’nın deli gömleği” demokrasinin de insan haklarının da salt kendi aralarında uygulandığı; dışarıya ise en katı yüzünü göstermesi olarak tabir edilir. Yaşananlar bu tabiri haklı gösteriyor.

Tüm bu yaşananların ışığında Fransa’da olduğu gibi Avrupa’nın bütününde aşırı eğilimler ve İslâm karşıtlığı artıyor. Müslümanların fişlenmesi, çeşitli yaptırımlara tabi tutulması Avrupa’nın savunduğu insan hakları beyannamesindeki ifadelerle bağdaşmıyor. Bir anlamda ötekileştirme sürerken, diğer taraftan terör İslâm bağlantısı kurmak için kurgulanan planlar; Batı’daki Müslüman karşıtlığını arttırıyor. Amerikan başkan adayı Trump’ın sözleri bu siyasî anlayışın geldiği en uç noktadır.

Suriyeli Aylan bebeğin hikâyesi, tüm bu yaşananların simgeleşmiş halidir. O bebek yitip giden insanlığı hatırlatıyorsa; insanlığın gereğini yerine getirmek de tüm ilgililerin sorumluluğundadır.

Metin Külünk