BRÜKSEL (AA)

Avrupa, bir yandan küresel sorunlara odaklanırken bir yandan da iç ahengi yakalama gayreti içinde. Ancak ülkelerin kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar, küresel meselelerden daha fazla gündemi meşgul ediyor. Ülkeler ve yaşadıkları sorunlar şu şekilde öne çıkıyor.

- Brexit vurgunu İngiltere

AB'den ayrılma sürecinde olan Birleşik Krallık'ta başlıca sorun, bu kararın siyasi, sosyal ve ekonomik etkileri çerçevesinde şekilleniyor. Yüzde 52'ye 48 gibi dar bir marjla alınan Brexit kararı, ülke kamuoyunun ve seçkinlerinin yaşadığı ve halen mevcut bölünmüşlüğü gösteriyor. Ayrıca, AB ile sürdürülen Brexit müzakerelerinin yavaş ilerlemesi, hem siyaseten hem de ekonomik olarak belirsizliğe yol açıyor. Özellikle AB'nin 100 milyar avroya varan bir "ayrılık anlaşması" istemesi, müzakerelerde çıkmazı derinleştiriyor.

Muhafazakar Parti lideri ve Başbakan Theresa May'in, iktidarını güçlendirmek için haziran ayında gittiği erken seçimden büyük hasarla çıkması, Brexit müzakereleri olmak üzere, uluslararası alanda elini zayıflatmış durumda.

Ülkede çözüm bekleyen bir sorunu da terör saldırıları oluşturuyor. Mart ayından bu yana 5 terör saldırısına uğrayan ülke, teyakkuz seviyesini artırmakla birlikte soruna kalıcı çözüm bulmakta zorlanıyor.

Ülkeyi zora sokan diğer bir unsur da ayrılıkçı hareketler olarak ön plana çıkıyor. İskoçya ve Kuzey İrlanda'daki bu hareketlerin, Brexit'le beraber yeni bir ivme kazanacağı öngörülüyor.

Halkı gittikçe yaşlanan Birleşik Krallık'ta, 30 yıl içinde 65 yaş ve üstündekilerin nüfusun yaklaşık yüzde 25'ini oluşturması bekleniyor.

Brexit kararıyla ekonomik büyümesi hız kesen İngiltere, bir yandan İngiliz sterlinindeki değer kaybı ile baş etmeye çalışırken diğer yandan ithal ürünlerin fiyatındaki artış, enflasyondaki yükseliş gibi makroekonomik dengeleri zora sokacak unsurları kontrol etme çabası içinde.

Gelecek yıl G7 ülkeleri içerisinde en düşük büyümeyi kaydetmesi beklenen İngiltere'nin 2018'de en iyi ihtimalle sadece yüzde bir seviyesinde büyümesi bekleniyor.

- Aşırı sağa kayan Almanya

Almanya'da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerde ortaya çıkan tablo, hem ülke hem de AB için ciddi bir sorun teşkil ediyor. Seçimde yüzde 12,6 oranında oy alan Almanya için Alternatif (AfD) partisinin üçüncü parti olması ve bir önceki seçimlere göre oy oranını neredeyse ikiye katlaması alarma yol açtı. Böylelikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da ilk kez ırkçı bir parti meclise girmiş oldu.

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi ve hükümet ortağı Sosyal Demokrat Partinin (SPD) oy kaybetmesi, koalisyonu da zora soktu. SPD, hükümette yer almayacağını açıklarken, koalisyonun bu kez daha zorlu kurulacağı değerlendiriliyor.

Almanya, ekonomisi, sahip olduğu güçlü sanayi ve ileri teknolojiyle Avrupa'nın lokomotif ülkesi olma rolünü sürdürüyor. Ancak ülkede özellikle işgücündeki ciddi demografik sorunlar endişelere yol açıyor. Yaşlı nüfusun artışı, düşük genç nüfus oranı, doğum oranındaki azalma gibi nedenler bu endişelerde başı çekiyor. Almanya'da 2040 yılında toplumun yüzde 30'unun 65 yaş üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Almanya’da bazı araştırmalar da bu nedenle ülkenin göçe ve genç nüfusa ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

Yapılan araştırmalarda 2036 yılına kadar toplumun yaşlı kesimlerinde fakirliğin artması bekleniyor. Buna sebep olarak insanların düşük ücretli işlerde çalışmasından veya işsizlikten dolayı yaşlılıkta yaşamlarını sürdürmek için yetecek maaşı alamayacağı gösteriliyor. Araştırmalara göre, 2036 yılında 67 yaş üstünde olanların yüzde 20’sinin fakirlikle karşı karşıya kalacağı ifade ediliyor.

Güvenlikle ilgili olarak ise Almanya’dan terör örgütü DEAŞ'a katılmak için Suriye veya Irak’a giden ve burada radikalleşen kişilerin ülkeye döndüklerinde saldırılar yapmasından endişe ediliyor. Güvenlik birimleri ve hükümet bu konuda yasaları sertleştirerek önlem almaya çalışıyor.

Aşırı sağcı ve ırkçı söylemlerin artması ülkede yaşayan Müslümanlarda ve göçmen kökenlilerde korkuya sebep oluyor. Müslümanlar camilere ve kurdukları derneklere saldırıların artmasından endişe duyuyorlar.

Bunun yanı sıra Almanya'daki göçmenler ve yabancılar, özellikle işyeri ve ev bulma konularında kendilerine ayrımcılık yapıldığından şikayet ediyor.

- Fransa'da büyük halk desteğiyle seçilen Macron'a destek kısa sürede azaldı

Partisi olmadan, bir yıllık bir siyasi oluşumla girdiği seçimi kazanan bir cumhurbaşkanıyla yönetilen Fransa'da, en önemli sorun, büyük beklentilerle seçilen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un reform vaatlerini yerine getirmeye çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Parlamentoda yeterli desteği olmayan Macron'un, kararnameler yoluyla reformları hayata geçirmeye çalışması, ülke genelinde protesto ve grevlere yol açıyor. Olayların büyümesi durumunda, şiddete varan gösterilerin yaşanmasından endişe ediliyor.

Ülkenin karşı karşıya olduğu diğer bir sorun da terörizm. Ocak 2015'te başlayan ve Kasım 2015'te 130 kişinin ölümüne yol açan terör saldırıları, halen güvenlik güçlerini hedef alan girişimlerle devam ediyor. Terör saldırısının ardından Kasım 2015'te yürürlüğe giren OHAL, altıncı kez uzatıldı. OHAL'in kalkmasının ardından yürürlüğe girecek terörle mücadele kanununun ise yetersiz ve etkisiz olacağı düşünülüyor.

Sığınmacı meselesi de çözüm bekleyen diğer bir sorun. Başka ülkelerden Fransa'ya gelen sığınmacıların içinde bulunduğu kötü koşullar, uzun bir süredir sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları tarafından eleştiriliyor. Fransa'da sığınmacıların kamplarda karşı karşıya olduğu olumsuz koşullar, uğradıkları kötü muamele, sistematik hale gelen polis şiddeti ve yetkililerin yardımlara yasak getirmesi dikkat çekiyor.

Terör ve sığınmacı sorunu, ülkede aşırı sağın güçlenmesine yol açıyor. Sorunların devam etmesi durumunda, Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağcıların daha da büyüyeceği, bunun da uzun vadede diğer ülkelerdeki AB karşıtı hareketleri cesaretlendireceği değerlendiriliyor. Le Pen'in haziran ayında ilk kez meclise girmesi ve babası Jean-Marie Le Pen'in 2002'de aldığı oy oranı olan yüzde 17,8'i yüzde 33,9'a çıkarması da bu gidişatı teyit ediyor.

- Avrupa'nın "hasta adamı" İspanya

İspanya, ekonomik kriz ve işsizlik sorunlarının yanı sıra son dönemlerde özellikle Katalonya'daki ayrılıkçı girişimlerden dolayı Avrupa'nın "hasta adamı" olarak gösteriliyor.

Özellikle 2010-2012 yılları arasında yaşanan büyük ekonomik kriz ve buna bağlı olarak Aralık 2015 ve hemen ardından Haziran 2016'da yapılan genel seçimlerle siyasi yapısı değişen İspanya, Kasım 2016'dan bu yana sağ görüşlü Halk Partisinin (PP) kurduğu azınlık hükümeti ile yönetiliyor.

İspanya'da demokrasi tarihinden bu yana süre gelen iki büyük siyasi partili sistem, Aralık 2015 seçimleriyle birlikte son bulurken, ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan, sistem karşıtı, aşırı sol görüşlü Podemos partisinin yükselişi dikkat çekiyor.

2010 yılından bu yana bağımsızlık taleplerini attıran ve yasa dışı ilan edilmesine rağmen 1 Ekim tarihinde bağımsızlık referandumu yapmakta ısrarlı olan Katalonya da mevcut durumda İspanya'nın düzelmeye başlayan ekonomisini ve istikrarını tehdit eden en büyük sorun olarak öne çıkıyor.

Katalonya'da bağımsızlık girişimlerinin başarılı olması halinde bunun diğer ayrılıkçı bölgelerden Bask ve Galisya'ya da sıçrama olasılığı yüksek gösteriliyor.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, mevcut durumda dünyanın 13. büyük ekonomisi olan İspanya, buna rağmen 2016 yılı sonu itibariyle Gayrisafi Yurtiçi Hasılasının (GSYH) yüzde 99,40'ının kamu borcu olması ve işsizlik oranının yüzde 18,2 seviyesini bulmasıyla alarm veriyor.

AB ülkeleri arasında Yunanistan'dan sonra istihdam oranının en düşük olduğu İspanya'da, genç nüfustaki işsizlik yüzde 41 ile dikkati çekiyor.

17 Ağustos'ta Katalonya bölgesinin Barselona kentinde ve Cambrils ilçesinde meydana gelen terör saldırıları, terörle mücadele önlemleri, güvenlik kaygıları ve camilere denetleme getirilmesi gibi tartışmalara yol açıyor.

Nüfusu art arda son 6 yıldır düşme gösteren ülkenin yaş ortalaması, 42,9 gibi yüksek bir seviyede bulunuyor.

- Siyasi istikrarsızlıkla boğuşan İtalya

İtalya'da siyasi istikrarsızlık temel sorun olarak öne çıkıyor. Beşinci yılına giren yasama döneminde merkez sol liderliğinde 3 ayrı koalisyon hükümetinin işbaşı yaptığı İtalya'da, ekonomik sorunlar ve göç dalgalarının buna neden olduğu düşünülüyor.

Mayıs 2018'de yapılacak genel seçimlere böyle bir ortamda gidecek olan ülkede, sağ partilere yönelik oy eğilimleri yükselişe geçmiş durumda. Seçimde, AB, NATO ve serbest ticaret karşıtı Beş Yıldız Hareketinin iktidara gelmesi durumunda Brüksel'le ilişkilerin gerilmesi bekleniyor.

Sağ partiler, merkez solun öncülük ettiği koalisyon iktidarını, uzun süre İtalya'da yasal şekilde bulunan göçmenlerin çocuklarına vatandaşlık verilmesi gibi konuları gündeme getirmesinden ve göçmenlere yönelik politikalarından ötürü eleştiriyor.

Dünyanın sekizinci, Avro Bölgesi'nin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya, bu güçlü konumuna karşın yüksek mali borç ve işsizlik oranıyla dikkati çekiyor.

2008 yılındaki küresel mali krizin etkisinin yoğun biçimde hissedildiği ülkede, işsizliği azaltmak üzere çalışma hayatında gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmek istenen yapısal reformlar, ekonomi gündeminde ağırlığını koruyor. Hayata geçirilen bazı uygulamalar sayesinde ülkede işsizlik oranı düşse de hala yüzde 10,9 ile Avrupa ortalamasının çok üstünde.

Büyüme oranlarının da bu yıl, uzun bir aradan sonra yüzde birin üstüne çıkması bekleniyor. Ancak bu oranın Avrupa'nın en düşüğü olacağı tahmin ediliyor.

Sığınmacı sorununda ön saflarda olan İtalya, Libya üzerinden yoğun sığınmacı akınıyla boğuşuyor.

AB'nin yeterli katkı sağlamamasından yakınan yetkililer, AB'yi sığınmacıların giriş yaptığı limanları kapatmakla tehdit ediyor. 2016 yılında 181 binin üzerinde sığınmacının Akdeniz üzerinden giriş yaptığı İtalya'dan AB'nin kota sistemiyle diğer üye ülkelere yerleştirilen sığınmacı sayısı 8 bin 500 civarında kalıyor.

- Yabancı düşmanı Avusturya

Avusturya'da da aşırı sağın yükselmesinin en önemli sorun olduğu değerlendiriliyor. Geçen sene aralık ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini aşırı sağcı Norbert Hofer'in az bir farkla kaybetmesi, ülkedeki siyasi tabloyu gösteriyor.

15 Ekim’de genel seçime gidecek Avusturya'da, İslam karşıtlığı, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve popülist söylemlerin daha yoğun kullanılmasına neden oluyor. Ayrıca aşırı sağ söylemin merkez sağdaki Avusturya Halk Partisi (ÖVP) tarafından da siyasetin odağına taşınması, vergi, işsizlik, eğitim, sağlık ve yaşlıların bakımı gibi hemen hemen her seçimin öncelikli konularının daha geri plana atılmasına yol açıyor.

8,7 milyonluk nüfusa sahip Avusturya'da yaklaşık 6,3 milyon seçmen bulunuyor, ülkede nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturan daha muhafazakar yaşlılar, seçimlerde belirleyici rol oynuyor.

Siyasi partiler seçim program ve söylemlerini oluştururken bu kitleyi göz önünde bulundurarak hareket ediyor. Bu da ülkede aşırı sağ ve popülist partiler tarafından "yabancılar ülkemizi elimizden alacak" propagandasının daha çok karşılık bulmasına neden oluyor.

Koalisyon hükümetleri nedeniyle siyasi istikrarsızlıkla boğuşan ülkede, 15 Ekim seçimlerinden sonra da hiçbir partinin tek başına hükümet kuracak oy oranına sahip olması beklenmiyor. Merkez ve aşırı sağ partilerin oluşturması beklenen koalisyonun olası politikaları, şimdiden başta Müslümanlar olmak üzere ülkedeki azınlıkları tedirgin ediyor.

- "Batık devlet" Belçika

Belçika, federal yapısı, resmi dilleri, siyasi partileri, sosyal bölünmüşlük, reform yapma kabiliyetini yitirmesi ve Avrupa'nın terör üssü olması nedeniyle sık sık "batık devlet" olarak gösteriliyor.

Belçika, Fransızca konuşulan Valonya, Flamanca konuşulan Flamanya, her iki dilin konuşulduğu Brüksel ile Almanca konuşulan doğudaki küçük bir bölgeden oluşuyor. Bu bölgeler arasındaki iş birliği eksikliği hatta rekabet ciddi sorunlara yol açarken, halklar da birbirine karşı mesafeli duruyor.

Koalisyonlarla yönetilen ülkede, hükümet kurmak çok kolay olmuyor. Haziran 2010'da yapılan genel seçimlerin ardından Flaman ve Valon partilerin anlaşamaması yüzünden ancak 541 gün sonra hükümetin kurulabildiği Belçika, bu alandaki dünya rekorunu hala elinde bulunduruyor.

Fransızca, Flamanca ve Almancanın resmi dil olarak kullanılması zaman zaman aynı konuda farklı paralel çalışma grupları kurulmasına neden olurken, güvenlik iş birliğini de zora sokuyor.

Güvenlik birimlerinin birbirleriyle çok fazla bilgi paylaşmaması, Belçika'nın Avrupa'nın terör üssü olmasına yol açıyor. 130 kişinin öldüğü 13 Kasım 2015 Paris saldırılarını Belçika vatandaşları ya da Brüksel'de yaşayan Fransız vatandaşlarının gerçekleştirdiğinin ortaya çıkması, bu duruma dikkati çekiyor.

22 Mart 2016'da DEAŞ üyesi canlı bombaların saldırılarında 32 kişinin öldüğü Belçika'da, güvenlik güçleri o günden beri teyakkuzda. Polislerin yanı sıra askerler, önemli binaların önleri, metrolar ve kalabalık yerlerde sürekli devriye geziyor.

Belçika, sadece DEAŞ değil, PKK, DHKP-C ve son olarak FETÖ'nün de Belçika'daki faaliyetlerine devam edebilmesi nedeniyle tepki çekiyor.

- Hükümet kuramayan Hollanda
Hollanda'daki en önemli sorun ise siyasi istikrarsızlık. 15 Mart 2017 tarihinde yapılan genel seçimlerin üzerinden 197 gün geçmesine rağmen hükümet kurulamaması, belirsizliğe neden oluyor. En az dört parti ile kurulacağı düşünülen koalisyonun ise ne kadar etkili olacağı soru işaretlerine yol açıyor.

Seçimde aşırı sağcı Geert Wilders'in liderliğindeki Özgürlük Partisi'nin (PVV) ikinci parti olması, ülkedeki tüm siyasi söylem ile halkın tutumunu etkiliyor. Aşırı sağın yükselmesi ile diğer partilerin söylem ve eylemleriyle aşırı sağ politikaya yönelmeleri, ülkeye yayılan bir İslam karşıtlığına neden oluyor.

AB Temel Haklar Ajansının (FRA) anketine göre, Müslümanların yüzde 30 oranıyla dinleri nedeniyle en çok ayrımcılığa maruz kaldığı ülke Hollanda olarak ön plana çıkıyor.

- Ekonomik kriz kıskancındaki Yunanistan

Yunanistan'da yaklaşık 8 yıldır devam eden ekonomik durgunluk ve ekonomik kriz, ülkedeki en önemli sorun olarak öne çıkıyor. Ülkenin makroekonomik göstergeleri toparlanma emareleri gösterse de yıllardır uygulanan kemer sıkma politikaları, gelir seviyesi oldukça düşen Yunan halkını olumsuz etkiliyor.

İki yıl önce şu anki hükümet yönetiminde Avro Bölgesi'nden çıkma arifesine gelen ülke, kurtarma paketi programlarından çıkamayan tek AB üyesi ülke konumunda. Üçüncü kurtarma paketi programındaki son dönemeçte, kreditörler ile Yunan hükümeti arasında yeniden sancılı bir müzakere sürecine giriliyor.

Kriz döneminde, ülkede işsizlik yüzde 28'lere ulaşırken, bu durumdan en kötü etkilenenler yüzde 60'lara varan oranla 15-24 yaş arası gençler oldu.

İstihdamda özellikle yarı-zamanlı iş olanaklarıyla son yıllarda olumlu bir eğilim yaşansa da ülke halen Avro Bölgesi'ndeki en yüksek işsizlik oranına sahip.

Ayrıca Yunan halkı yaşlanmaya devam ediyor. Ülke nüfusunun 2050 yılına gelindiğinde yüzde 30'undan fazlasının 65 yaş üzerinde olması beklentisinin yanı sıra işsizlik ve kriz nedeniyle yaşanan beyin göçü, demografik açıdan Yunanistan'ı dezavantajlı bir durumda bırakıyor.

Pek çok alanda arttırılan vergiler, özellikle dar gelirli vatandaşların omuzlarındaki yükü arttırırken, karlılığı düşürmesiyle ülkeye gelen yatırımlar için de engel teşkil ediyor.

Yunanistan'ın göçmen krizinde ise Avrupa'ya açılan kapılardan biri. 2015 yılında zirveye çıkan krizde, ülke üzerinden geçen sığınmacıların sayısı bir milyonu aşmıştı. Sınırların kapatılmasının ardından ülkede mahsur kalan yaklaşık 60 bin sığınmacı ise hükümeti zorluyor.

- AB ile sıkıntılı Vişegrad grubu

Vişegrad grubu ülkelerinden Macaristan'da, AB ile yaşanan sert tartışmalar dikkati çekiyor. AB, Macar yönetimini ifade özgürlüğünü kısıtlamak, sığınmacı politikasını uluslararası AB kanunlarına aykırı yürütmek ve medya ile sivil toplum örgütlerini baskı altına almakla suçluyor. Brüksel, aynı zamanda hükümetin Macar halkını AB'ye karşı kışkırttığını, yargının bağımsızlığını yok ettiğini öne sürüyor.

Macaristan'da, 2015 yılı sığınmacı krizinden bugüne özellikle İslamofobi ve yabancı düşmanlığı konusunda büyük artış görülüyor. AB vatandaşlığına sahip olmayan yabancı sayısının yaklaşık 50 bin civarında olduğu 9,8 milyonluk Macaristan'da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, ülkedeki yabancı karşıtlığı son 5 senede iki kat artarak yüzde 58'e çıktı.

Avrupa'daki sığınmacı krizinin başlangıcından beri sert tutumu ile ön plana çıkan Macaristan'da resmi kayıtlara göre, sadece 500 civarında mülteci ikamet ediyor. Macaristan sığınmacı akınını durdurmak amacıyla Sırbistan ve Hırvatistan sınırlarına jiletli tel örgü çekerken, sınır bölgelerinde olağanüstü hal ilan edip, yasa dışı geçişler için uygulanan cezaları artırdı.

Macar hükümeti son olarak, Avrupa Adalet Divanının, sığınmacıların AB ülkeleri arasında zorunlu dağıtımını öngören kota sistemine uyulması yönündeki kararını da uygulamayacağını açıkladı.

Macaristan'da nüfus artış hızının düşük olmasından dolayı ülke nüfusu son dönemde yıllık ortalama 30 bin azalıyor. 2016 yılında halkın yaklaşık yüzde 18'inin emekli olduğu ülkede bu rakamın, 2041'de yüzde 28'e, 2060'da ise yüzde 33'e yükselmesi bekleniyor.

- Polonya

Diğer bir Vişegrad grubu üyesi Polonya da AB ile ciddi sorun yaşıyor. Polonya'da, muhafazakar ve AB'ye karşı eleştirel görüşleriyle bilinen Hukuk ve Adalet Partisinin (PiS) 2015 seçimlerinde oyların çoğunluğunu alarak iktidara gelmesinin ardından gerilmeye başlayan AB-Polonya ilişkileri, son dönemde en kötü dönemlerinden geçiyor.

Polonya hükümetinin yüksek yargı alanında yapmayı planladığı reformları gerçekleştirmesi durumunda AB Konseyindeki oy hakkını elinden almakla tehdit eden AB, ülkeyi hukukun üstünlüğü ilkesini ihlal etmekle suçluyor. Polonya, bu nedenle sadece AB ile değil, Almanya ve Fransa gibi birliğin en güçlü ülkeleriyle de sorun yaşıyor.

Diğer yandan Polonya'nın başı AB Komisyonunun sığınmacı kota sistemiyle de dertte. Bu sistemin "hukuk dışı" olduğunu savunan Varşova yönetimi, tek bir sığınmacı bile kabul etmiyor.

38 milyonluk nüfusuna karşılık sadece 30 bin Müslüman'ın yaşadığı ülkede Müslümanlara karşı olumsuz tutum artıyor. İstatistiklere göre, 2013'te toplamda 850 yabancı saldırıya uğrarken, 2015'te bu rakam iki katına çıktı. Ülkede, geçmişte saldırıya uğrayanların başında Yahudiler ve Romanlar gelirken, bugünlerde Müslümanlar ilk sırada yer alıyor.

- Çekya

Vişegrad ülkelerinden Çekya, özellikle geçen yıla damgasını vuran hükümet krizi ve farklı bakanlıklarda yaşanan yolsuzluk sorunlarıyla anılıyor.

Çekya hükümeti, bazı AB üyesi ülkelere ait şirketlerin Çek çalışanlara hak ettiklerinden düşük ödeme yaptıklarını savunarak bu sorunun AB içinde çözülmesini talep ediyor. Bununla beraber aynı iş için daha az ücret ödenmesinin Avusturya ve Fransa gibi ülkelerde işsizliğe yol açtığı belirtiliyor.

Çekya ile diğer Vişegrad ülkeleri Slovakya, Macaristan ve Polonya, AB içinde özellikle gıda ve tekstil ürünlerinde kendilerine karşı çifte standart uygulandığını savunuyor.